EDİTÖRDEN
Anasayfa / SÖYLEŞİLER / Emre Akbay

Emre Akbay

ve bir yılın son söyleşisinde konuğumuz Ekspres olarak müzik yolculuğunu bir süredir yakından takip ettiğimiz, her çalışmasını paylaşmaktan mutluluk duyduğumuz sevgili Emre Akbay. Aslında nereden başlayacağımı bilemediğim değil nerede son vereceğimi kestiremediğim bir söyleşi oldu benim için. İlk söyleşimiz ve o kadar çok şarkısı var ki konuşmayı istediğim ve kuşkusuz bazılarını belki de bir sonraki söyleşiye saklayacağım.

Yeni albümü “Bu Kadar Karamsar Olma” henüz çok yeni, daha bu ayın albümü. Yine bu hafta içinde albümünün lansmanının olacağını öğreniyorum ama bu mazereti olmuyor ve o yoğun akışı içerisinde de olsa sorularıma geri dönüş alabileceğimi müjdeliyor. Yaşadığım bir sağlık probleminden dolayı konsantre olup olmayacağımı düşünmeye başlıyorum bu kez ama müzik iyileştiriyor ve bir şekilde hafta bizi buluşturuyor.

Diskografisini açıyorum ve en başa dönelim istiyorum ki oradan alalım, oradan bu albüme kadar birçok şarkı; single -EP- albüm olarak karşımızda, beraberinde düetler-akustik buluşmalar var. Maalesef pandemi süreci giriyor ki o dönemden bu albüme kadar geldiğimiz bir garip boşluk hepimizin üstünde. Bir şekilde kısmen de olsa dengeler yerini buluyor ve hayata devam ediyoruz. Yanıtlarda hayata müzikle sımsıkı tutunmuş bir müzisyen var, en başından sistemi çözmüş ve kendi yolunda kendi inandığı adımlarla müziğe sarılmış bir. Ne söylemesi gerektiğinden çok neyi söylemek istediğine odaklanmış bir müzisyen. Belki de en çok dinleyicisinin samimiyetine inanmış burada ve onlar da ne güzel ki kendisini yalnız bırakmamış.

Özetle bir yılı tamamladık, birçok albüm dinledik, konser izledik, söyleşiler gerçekleştirdik ve bitti. Albüme adını veren şarkıda dediği gibi sevgili Emre’nin karamsar olmayalım ve yeni bir yılın bize çok daha iyi geleceğine inanalım, öyle veda edelim bu son günlere, yeni yılda yeni söyleşilerde ve müziğin birçok renginde görüşmek üzere. Teşekkürler Emre, teşekkürler bu yolculuğumuzun güzel dostları, teşekkürler müzik. 2023 yılında da samimi buluşmalara.

Kadri Karahan

 

 

Yeni albümünüz ile bir yılı tamamlıyorsunuz ama uzun zamandır şarkılarınızı dinliyoruz, hepsini konuşmadan önce en başa dönelim istiyorum. Hayatınızın iki rotası ve bu iki rota sürecinde de birçok mesleği icra etmişsiniz. Önce İstanbul ve devamında Eskişehir, sizi nasıl içinizdeki müzikle buluşturdu, ilk adımları atarken neler hissettiniz, buralara geleceğinizi kestirebilir miydiniz?

İlk adımlarımı Antalya’da lisedeyken attım diyebilirim. Bir ajanda bulup sürekli söz yazdım. Çok saçma şeyler. Anlama ulaşamıyorum. Ya da çok basit kalıyorum. Vokalse; müzik öğretmenimin beni koroya seçmesi sonrası lisede etkinliklerde ve sonra ilk kez okul dışı
sahneler… Sahne tozu yutmak diye bir şey varsa 2000’lerin ortası, sonu; düğün salonları ve spor salonlarında yaptığım sahnelerde epey toz yuttum. Sonra diğer insanların yorumlarından, o kadar yıl sonra, ‘demek ki çok çalışınca hepsi bir standardı yakalıyor’ dedim. “Buralar”da kendimi müziğimle ifade edebilen bir müzisyen olarak görüyorum ve bununla mutluyum.

 

 

Aslında her şey rap müzikle başlıyor ve daha sonra bir grup çalışması içinde bulunuyorsunuz ve bambaşka bir yere evriliyor. Grup dağılıyor ama siz de kazandığınız bu deneyimle yola tek başına devam etme kararı alıyorsunuz. Sanırım devamında Sofar İstanbul sahnesi sizi bekliyor. Bence burası heyecan verici çünkü başladığı gibi gitmese de kötü bir finalle sonlanmıyor aksine yeni kapılar açılıyor devamında, bize o yılları anlatabilir misiniz, heyecanınızı, kazandıklarınızı?

İlk beste grubunda bulunuşum yine lise yıllarına tekabül ediyor. Tarz olarak Nu-Metal / Rap-Core. Gruba katılışım şöyle; gruptaki rap vokallerden birine (ki kendisi şu an ev arkadaşım ‘Aleyhtar’) kendi rap şarkılarımdan bir albüm yapmayı düşündüğümü söylüyorum, 2007-2008 gibi, birkaç şarkı kaydediyoruz da, sonra bir toplantıya davet ediyorlar beni, gruba anavokal olarak düşündüklerini söylüyorlar, rap yapamayacağım için üzülüyorum ama teklifikabul ediyorum. Sonra o grupla bahar şenliklerinde, yarışmalarda, verdiğimiz konserlerle birsürü tecrübemiz oluyor. İki klibimiz bile var o dönemden.

Grup dağıldıktan sonra Ortaçgil müziğine düşüyorum ben. 2012 yılında İlk defa elime gitar alıp onun şarkılarına benzer şeyler yapmaya çalışıyorum. Tabi özgünlüğümü koruma kaygım da var. İlk soft-romantik şarkılarım öyle oluyor. 2014’te varoluşsal büyük gitgellerden sonra ölümsüz olmaya karar veriyorum ve şarkılarımı yaymaya çabalıyorum. Sofar İstanbul burada bir yerde devreye giriyor. Şarkılarımı beğeniyor davet ediyor. Ve ‘Mühür’ yüzbinlerce kişiye ulaşıyor.

 

 

Bu süreç diskografinize göre bir on yılı kapsıyor ve ilk çalışma “Günler Boyu” ile 2016 yılında karşılaşıyoruz. İlk albüm “Göğe” ise hemen devamında kapımızı çalıyor. “Bir bağımsız müzisyen olarak, sizden, sadece paylaşım yoluyla destek istiyorum, seslerimizi çoğaltalım” notu ile karşılaşıyoruz sunumunda. Bu bağımsız yolculuk evet bir seçim kuşkusuz ama bir yerde de adınıza biraz da sistemle alakalı bir duruş mu?

Ben yeni nesilden bir büyüğüm. Benim dönemimde en son ‘MySpace’ diye bir şey vardı. Sonrasına adapte olmak çok zor oldu. Aslında bağımsız olmasının nedeni şu; ben şarkılarımı yapıyorum, herkesin dinleyebileceği internet ortamlarına yüklemek, dinletmek istiyorum, bunu nasıl yapabilirim diye araştırdım ve buldum, ardından da yayınladım. Şirket aklıma dahi gelmedi. Yani eskisi gibi MySpace’e koyar gibi Spotify’a, Apple Music’e koydum.

Bir de şu var; şirketten şarkı çıkarmak benim neslime göre büyük bir olay, yani ‘overground’ oluyorsun, yıldızsın vs… Birkaç tecrübem oldu şirketlerle çalışmakla alakalı. Hiç öyle bir dünya yok. Her şeyi kendi çabanla yapıyorsun. Şirket yapılmış çabayı parlatıyor. Ben kendi emeğimi yüzde olarak paylaşmak istemedim bağımsız çıkardığım işlerde.

 

 

Şarkılarınız ve bu paylaşımlar çoğalınca devamı da geliyor kuşkusuz. Bir bir yayınlanan single çalışmalarınız ve devamında “Düş Kuşu” yine dinleyicinizi mutlu ediyor. Bu süreçte ortak şarkılarda da birçok isimle yan yana gelmeye başlıyorsunuz. Mesela bu albümde No Land, Gülşah Erol, Nilay Zengin düetleri yer alıyor. Bu buluşmaların yerini öğrenmek istiyorum ki bugüne kadar başka isimlerle de devam etti. Nasıl buluşuyor sözler, birleşiyor notalar, ortada nasıl bir araya geliniyor?

Hepsi çok özel birliktelikler oldu. Eski ‘No Land’ hayranlarındanım. Dostum oldular. Gülşah Erol bu ülkedeki en iyi çellist, çok yaratıcı bir sanatçı, onunla çalışmaktan onur duydum. Esin Nilay Zengin dünyanın en tatlı piyano öğretmeni ve aykırı bir ruh, onunla aslında albümde konusu çok sert bir şarkıyı çaldık.

Bir müzisyeni düşünüp de ona göre şarkı yazmak çok zor şey. Hali hazırda yazdığım bir şarkının bir müzisyene yakışacağını düşündüğümde teklif ederim. Ediyorum da bu arada. Olanları dinliyoruz.

 

Arada elbette başka başka şarkılar da var ama “Ah” üzerine biraz konuşalım mesela. “Ah”ı, dünyada acı çeken, isyan eden, haksızlığa uğrayan tüm var oluşlara ithafen yazmışsınız ve polis şiddetiyle nefes alamayarak yaşama hakkı elinden alınan George Floyd başta olmak üzere öldürülen, şiddet gören, istismara uğrayan çocuk ve kadınlar ve daha nicesi kalbe adamışsınız. Bir müzisyen olarak nasıl bir duyarlılık içindesiniz, ne kadar özgürsünüz ya da ne kadar hassas hayata, müzik nasıl bir ifade
sizin için bu noktada?

Bir müzisyen olarak kendimi en akıcı, sıvı, rahat hissettiğim anlatma ve his aktarma biçimi olarak müziği kullanmam kadar doğal bir şey yok, fakat başka bir yol bildiğimi de düşünmüyorum. Müziğimde yarattığım bir metafor dünyası var, orada her şeyi anlatabilirim.
Bir insan olarak zulüm gördüğümde travma sahibi oluyorum. Bu travmaları akıtmam gerekiyor, bu tarz travmatik şarkıları yaparken en temel motivasyonum bu aslında, gerek kendimle ilgili, gerek toplumla ilgili olsun. Nadiren çığlık atarım şarkılarımda ama çığlık
atmayı da severim.

 

 

Aslında paralel olarak şunu da öğrenebiliriz, bir pandemi dönemi yaşadık ve bu süreçte hepimiz yeni bir şeyler öğrendik. Sizin de bir yerde öne çıkan şarkılarınız aslında bu sürecin içinde gerçekleşti. Mesela Glaxsx ile “Hiç Kimse”, Şenol Coşkun ile “Asfatla Yekpare Bir Çiçek” gibi. Siz nasıl yaşadınız o zamanı, adınıza üretimler nasıl şekillendi, sahnelerden uzak kaldınız mesela, bir müzisyen olarak ayakta kalmayı nasıl başardınız?

Benim için özel, hem çok güzel hem korkunç bir deneyimdi. Bir kıyamet senaryosu yaşadığımızı düşündük. İstanbul’daydım pandemi başladığında. Kitapçılık yapıyordum, işten ayrıldım, kiramı da ödeyemeyecek duruma düştüğüm için çoğu şarkımın prodüksiyonundan bileceğiniz Şenol Coşkun’un o zamanki evinde ilk üç aylık kapanma sürecini geçirdim.

Evden çıkma yasakları geldi, ilk üç haftada on şarkı kaydettik. Hiç boş durmadık. Beni bir stüdyoda bıraktığınızda yemek molası dahi vermeden çalışabilecek bir manyağım. Şenol sağ olsun arada insani ihtiyaçlarımız olduğunu hatırlatıp beni daha diplere batmaktan kurtardı diyebilirim. Hemen elimizdeki single’ları çıkarmaya başladık. Sonra hemen bir EP; “Akustik Karşılaşma”. Sonra “Ah”, “Hiç Yere”. İnanılmaz şarkılar yaptık çok kısa zamanda. Benim eski şarkıların kayıtları da Şenol’un bilgisayarındaydı. Prodüksiyon yapan dostlarımla ortak bir proje yapmayı çok istiyordum, o isteğin bir tezahürü oldu sevgili Glasxs ile çalışmamız. Şarkımı beğenip üzerine çalıştı. O da çok kısa zamanda dinlediğiniz “Hiç Kimse” versiyonunu yaptı.

Sonra şehirlerarası yolculuk serbestliği gelince ailemin yanına döndüm. Üç, dört ay hiçbir şey yapmadan öylece oturdum ve yattım. Dışarı bile çıkmadım. Çok kötü bir dönemdi. Sağlığım çok geriledi. Biraz zaman sonra, bu sefer de, şimdiki ev arkadaşımın (Aleyhtar) o zamanki evine gidip gelmeye başladım, beraber doğaçlama sessionlar kaydediyorduk, ben gitar çalıyordum o elektronik alt yapılar hazırlıyordu. Onunla da “İlk Heves” EP’mi kaydettik. Ardından birlikte aynı şarkıda yer aldığımız çok çalışmamız oldu o dönemden.
Hatta bir ara canlı yayınlarla müzisyenlerle röportaj serisi bile yaptım, Kıyı Müzik’in İnstagramında duruyor hala. Kısacası, kendi adıma tamamen müzikle ve müzik üretimiyle geçirmeyi başardığım çok zor zamanlardı o kapanmalar. Ekonomik olaraksa, ailem olmasaydı bitmiştim.

 

 

Yeni albüm “Bu Kadar Karamsar Olma”ya gelelim. Bu yıl içinde yayınlamaya başladığınız şarkıların da yer aldığı 90’lar hip-hop müziğinin drum loopları, bas gitar ve elektro gitarlardan oluşan bir çalışma. Baştan sona dinlediğimizde de akıcılığı ve anlamsal bir bütünlüğü var. Albümün başta ismini “Dargın, Mutsuz, Kırgın, Umutsuz” düşünmüşsünüz. Bu sizin mi, şarkıların mı ruh hali, sahibinin sesinden dinleyelim, nasıl bir albüm bekliyor dinleyiciyi?

Tabi ikisi aynı şey; şarkılar benim ruh hallerimin durağan yapıtları. Albümün bir rengi var, görüyorum; lacivert, mor, siyah dolaylarında geziniyor. 90’lar Hip-Hop Drum loopların üzerine gitar çalma fikri daha önce Aleyhtar’la çok denediğimiz bir şeydi. Doğaçlamadenemelerimizden biri, albümde ‘Rüya Değildi Bu’ isimli şarkı, albüme fikrini veren şarkı oldu. Üretirken inanılmaz keyif aldığımı fark ettim. Neden olmasın deyip on şarkı daha yaptım. Şarkıların toplam üretim süreci iki haftayı geçmez, aşağı yukarı geçtiğimiz ilkbahar yazıldı hepsi. Aynı bilgisayarda, aynı presetlerle kaydettim tüm şarkıları. Sound bu sayede bir bütün oldu.

Chill, Lo-Fi etkili, 70’ler başındaki İtalya, Fransa Pop soundunu da duyabilecekleri bir tarz oldu. İkili ilişkilere dair romantik anlatılar da var, kaçamak anlar, erotik anlar, çok uzak durumlar ve var oluşa dair intihar eğilimli sorgulamalar da. Umutlu bittiğini söyleyemem
albümün. Ama temennim dinleyenlerin “Bu Kadar Karamsar Olma”ması.

 

 

Sürpriz buluşmalarda bu kez bir kere daha Aleyhtar var mesela bu albümde. Rap düet “Martaval” belki de önümüzdeki günlerde çok daha fazla öne çıkacak. Gelelimgünümüz müzik dünyasına. Rap ya da rap müziğe yüklenen yeni yaklaşımlar adeta dinleyiciyi ikiye böldü, siz yola oradan başlayan biri olarak nasıl değerlendiriyorsunuzbu son halleri, size göre müzik adına nasıl bir yıl yaşandı adımıza?

“Martaval” yakın çevremizde çok güzel dönüşler aldığımız bir şarkı oldu. Mutluyum şarkının  gidişatıyla ilgili. Chill, Lo-Fi bir şeyler varsa Rap müzik bence olmazsa olmaz. Aleyhtar da Old School Hip-Hop geleneğinden gelen temeli sağlam bir Rap sanatçısı. 90’lar Hip-Hop’una yakın şeyler çıkarabilmek benim büyük bir hayalimdi. Çok yaklaştığımızı ve güzel bir iş çıkardığımızı düşünüyorum.
Trap ve Drill moda göre dinlenebilir tarzlar benim fikrimce, ama dert paylaşma konusunda kendimi yakın göremiyorum o tarzlara, saygı ve sevgi duyuyorum, ama 90’lar alt yapılarının, ilkel Rap müziğin hayranlarındanım.

 

 

ve sorularımı hazırladığım bugünün ertesinde albümünüzün lansmanı olacak Eskişehir’de ama siz yanıtları verdiğinizde konser dünde kalacak. O zaman nasıl hazırlandınız bu konsere, nasıl bir atmosferde geçti, sıcağı sıcağına dinleyelim sizden, devamı olacak mı mesela biz İstanbul ile ne zaman buluşacaksınız?

Lansman konserine prova olarak çok iyi hazırlandık. Ekibimle gurur duyuyorum. Sahnede de çok iyi iş çıkardılar. İlk kez sahne üzerine kendimden bir şeyler kattım. Albüm kapağını dekor olarak kullandım. Konserden çok memnun kaldım. Sahneden indiğimizde hepimizin yüzünde tebessüm vardı. Seyirci çok güzeldi. Gerçekten uzun zaman sonra kendi adıma grubumla verdiğim bir konser oldu hem de albüm lansmanı olarak, üzerimdeki toprağı attığımı hissettim. İştahlandırdı sadece, hayatımın sonuna kadar binlerce konser yapmak istiyorum.

İstanbul konusunda tuhaf sayılabilecek bir gelişme var. Eskişehir’de bir tribute grubu kurduk. Radiohead Unplugged Tribute olarak çalıyoruz. Şubat ayında İstanbul Blind sahnesinde çalacağız. Ondan sonra baharda kesinlikle albümü İstanbul’da da çalacağım, merak eden dostlar rahat olsun, kavuşacağız.

 

 

Son sorularım kısa olacak ve bakalım bir çırpıda hangi yanıtları alacağım :)
Mesela ilk aldığınız albümü hatırlıyor musunuz? Ya hala basılı süreç varken son albümü?

Çocukken sanırım Barış Manço kaseti almıştım. Sonra cd döneminde ‘Nefret – Anahtar’ albümü elimdeki ilk cd’ydi. En son da ya Kesmeşeker’in Kadıköy’ünü ya da Ortaçgil’in Senfonik’ini almıştım.

 

Plaklar, kasetler, CD’ler, dijital müzik, her daim hangisi favoriniz oldu / oluyor ve neden?

CD tercih ederim sanırım. Bir müzisyen olarak cd çıkarma hayalleriyle büyüdüm, kartonetine yazacaklarımı düşledim ve şimdi elimde sanal, dokunulmayan veriler endüstrisi var, çok buruğum bu konuda.

Müziğin en başında kimler size ilham oldu, kimleri her daim dinlemekten memnunsunuz?

Radiohead’le başlayayım listeye, Jeff Buckley, Yavuz Çetin, Ortaçgil, Cenk Taner, Onur Özdemir, Kızılok… Tek nefeste bu isimler çıktı.
Ya günümüz müzik dünyası, size göre kimler çok başka bir yerde.

 

Kimleri dinlemek  size iyi geliyor?

Maalesef çok az müzik dinleyebiliyorum. Ama dinlediğimde elim kimlere gidiyor; Mert Demir, Ağaçkakan, İspanya’dan Rosalia, İran’dan Otagh Band…

 

Bir düet ya da bir projede yer almak istediğiniz bir isim olsa, tek hakkınız olsa bu kişi kim olurdu?

Thom Yorke, Jeff Buckley ve Freddie Mercury ile uzunca bir şarkı, David Gilmour’la Yavuz Çetin solo atıyorlar. Beş hakkım oldu bakın.

Kaçırmış olabilir miyim bilmiyorum ama cover yapmadınız hiç değil mi yayınlanmış olarak, coverlar hakkında ne düşünüyorsunuz?

Spotify’da hiç cover çalışmam yok. Ama Youtube kanalıma birkaç cover attım canlı olarak sahnelerden. Cover yapılabilir, çünkü orijinalinden daha iyi söyleme ihtimaliniz var. Kötü olacaksa hiç girmemek lazım. Kendini bilmekle ilgili bir şey sanırım.

 

Sahnede kendi şarkılarınız dışında da bir repertuar var mı yine bu soruya ek olarak, varsa hangi şarkıları keyifle yorumluyorsunuz?

Kendi adıma verdiğim konserlerde sadece bestelerimi çalıyorum. Ama proje gruplarım var, mesela bir rock’n roll band’im var, Led Zeppelin, The Doors, The Beatles çalıyoruz keyifle.

Radiohead Tribute projesinde de çok keyifliyim. Keman sanatçısı arkadaşımla düzenli olarak soft-jazzy şarkılar yorumluyoruz. Yani çekindiğim bir durum yok başkalarının şarkılarını yorumlamakla ilgili. Ama kendi adıma konser veriyorsam burada daha önce andığım birkaç isim dışında cover yapmam.

 

Müziğin dışında hayatınızın diğer renkleri nelerdir, nelerle mutlusunuz, neler sizin için keyiftir, güzelliktir?

Müziğin dışında başka bir şeye vakit ayırmak çok zor benim için ve bu durumdan gayet memnunum. Müzik benim için her şey. Böyle olunca tek boyutlu biri gibi algılanabilirim, bu algılayanın müziği indirgediği konumla ilgilidir. Müzik çok boyutludur, müzik titreşimlerdenoluşur, eğer bir şey “var” ise atomlarının titreşmesinin bir sonucudur bu, yani “var” olan herşeyin titreşimi varsa, “var” olan her şey müziğe dahildir; öyleyse müzik her şeydir. Müzik sadece elini enstrümanına götürüp yaptığım şeyin adı değildir.

 

ve son olarak yeni yıla çok az kaldı, dinleyilerinize nasıl bir mesajınız olabilir?

Üretmeye daha da hızlı bir şekilde devam edeceğim. Canlı performanslar fazlasıyla çok olacak bunun için uğraşacağım. Birkaç ay sonra bir live albüm bile gelebilir. Bir şeyleri planlama noktasındayım. Çok projem var. Albümü çıkardığım için elimde kayıtlı bir şey yok
şu an. Ama iki ayı geçmeyecek bu albüm sonrası sessizlik. İyi ki dinliyorsunuz ve iyi ki paylaşıyoruz şu hisleri. Dünya zor, bir şekilde geçecek.

 

Bir son olarak daha, bizim için tam da şu anki ruh halinize bir şarkı seçin ve onunla veda edelim bu keyifli sohbete.

Portishead – Pedestal

 

ve bir yılın son söyleşisinde konuğumuz Ekspres olarak müzik yolculuğunu bir süredir yakından takip ettiğimiz, her çalışmasını paylaşmaktan mutluluk duyduğumuz sevgili Emre Akbay. Aslında nereden başlayacağımı bilemediğim değil nerede son vereceğimi kestiremediğim bir söyleşi oldu benim için. İlk söyleşimiz ve o kadar çok şarkısı var ki konuşmayı istediğim ve kuşkusuz bazılarını belki de bir sonraki söyleşiye saklayacağım. Yeni albümü "Bu Kadar Karamsar Olma" henüz çok yeni, daha bu ayın albümü. Yine bu hafta içinde albümünün lansmanının olacağını öğreniyorum ama bu mazereti olmuyor ve o yoğun akışı içerisinde de olsa sorularıma geri dönüş alabileceğimi müjdeliyor. Yaşadığım bir sağlık probleminden dolayı konsantre olup…

Genel Bakış

0

Kullanıcı Oylaması: Siz ilk olun !

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*