EDİTÖRDEN
Anasayfa / SÖYLEŞİLER / Fatih Coşkun

Fatih Coşkun

Mayıs ayı bir yandan yeni çalışmalarını yayınladıkları gibi müziğin eğitmen yanında da duran müzisyenlerle ve söyleşilerimizle devam ediyor. Bu hafta da eğitmen bir portre var karşımızda ve uzun zamandır üzerinde çalıştığı ve yayınladığı, uzun uzun da konuşmak istediğimiz bir albümü. Sevgili Fatih Coşkun konuğumuz.

Kalan Z etiketi ile yayınlanan bu ilk albümü için sekiz cover şarkı seçmiş kendisi ve kendi müzik zevkini, müziğe bakışını da ortaya dökmek istemiş bir yerde. Fikret Kızılok, Nadir Göktürk, Cem Kısmet ve Ali Kocatepe dahil olmak üzere birçok müzisyenin unutulmayan eserlerine yer verilmiş bir tür başucu albümü şeklinde adeta. Belki bu şarkılar bugüne kadar birçok kere yorumlandı ama en önemlisi bir şekilde hafızalarımızdan kazınmadı, her zaman yeniden dinlemekten sıkılmadık hiç.

Bu bir ilk albüm olarak heyecan verici aslında, bir de güzel yanı var ki çok önemli de bir müzisyen kadrosu eşlik etmiş kendisine ve tüm düzenlemeleri de Serhat Çetin gerçekleştirmiş. Albümün ismi “Su” ve ismi gibi çok güzel akıyor dinlemeye başladığınızda. Belki yazı karşılamaya başladığımız bugünler için fazla duygu yüklü, fazla hüzünlü bir repertuar ama mutlaka kırılma noktalarımız ya da çıktığımız bir yol oluyor ki yine sığındığımız en çok bu şarkılar oluyor, öyle anlar için bir tür belki de ilaç.  Tertemiz düzenlemeler, ekiple yakalanan uyum, doğru şarkılar ve bir müzik adamının yıllara dayanan bir deneyimi. Ayrıca tüm şarkıların seçimini de bir başka çok sevdiğim değerli müzisyen arkadaşım Berker Dalyanoğlu gerçekleştirmiş. Hepimizin bir anısı var bu notalar içinde, kıymeti bilenlerce hep ayrı bir renkte duracak.

Ekspres olarak söyleşilerde hep uzun uzun konuşmak istedik söyleşilerde her şeyi, bir tür arşivlerde duracak bu kelimelere döktüğümüz zaman ve bir gün bir şekilde kaynak olacak birilerine, o yüzden “söyleşileri kim okuyor ki” ya da dergiler için “kim alıyor ki” gibi cümleleri sevmiyorum, biz bir yerde ya da adıma konuşayım ben bir yerde bu heyecanı seviyorum, bu buluşmaları gerçek müziğin ve müzisyenin hakkını vermek için yapmaktan büyük mutluluk duyuyorum. Fatih Bey’e çok teşekkür ediyorum değerli vakti için, umuyorum sizin de tanışmaktan keyif alacağınız bir çalışma olacak albümü de. Keyifli dinlemeler.

Kadri Karahan

 

 

İnstagram

Youtube

Twitter

 

 

Ege Üniversitesi Türk Müziği Devlet Konservatuvarı’nda akademisyen olarak görev yapıyorsunuz ve bu arada ilk albümünüz “Su” müzik marketlerde yerini alıyor. Her şeyin başladığı yere dönmemiz gerekirse, müzik hayatınıza nasıl dahil oldu, eski anılarınızda o ilk adımlar nasıl atıldı, devamı eğitim sürecinde sizi neler bekledi.

Annem ve babam tutkulu bir sanat müziği dinleyicisi olduğu için sıkça sanat müziği plaklarının çalındığı bir evde büyüdüm. Üst üste on tane plağı koyabildiğiniz ve o plakları teker teker pikabın platosuna indirip çalan bir pikabımız vardı. Çocukluğum o pikabın başında geçti diyebilirim. Orta okula başladığımda şarkıcı olmaktan başka hiçbir düşüncem ve arzum yoktu. Kimi yönelimler, maruz kaldığı şeylerin kişiyi biçimlendirmesi, yönlendirmesinin yanında belki doğuştan da geliyor olabilir. Bunu şunun için söylüyorum. Ben ikizim. Aynı evde aynı koşullarda büyümüş olmamıza karşın, ikizimin müzikle hiç ilgisi yoktu. O hep futbolcu olmak istedi. Benim de tek düşüncem müzisyen olmaktı.

Babamın yakın arkadaşı olan birinin kaset, plak dükkanı vardı. O dükkan benim konservatuvara girinceye kadar okulum gibiydi âdeta. Lise bitinceye kadar boş kasetlere kaydettirdiğim şarkıları dinleyerek iyi bir repertuar edindim. Orta okul ve lisedeyken de müzik öğretmenlerim beni kesinlikle konservatuvar okumam gerektiği konusunda yönlendirdi. Liseyi bitirdikten sonra da konservatuvar sınavlarına girdim ve kazandım. O kadar mutluydum ki hafta sonu okul tatil oluyor diye üzülüyordum.

Çocukluktan itibaren müzik dinleyerek büyümek sayesinde edindiğim kulak dolgunluğu ve repertuarın çok büyük faydasını gördüm. Bu olgu bana hız kazandırdı, önümü açtı. Okuldaki eğitim, öğretim bana çok kolay geldi. Beni öğrenme, algı konusunda zorlayan hiçbir şey yoktu. Çorap söküğü gibi gitti her şey. Haliyle sınıfımın en başarılı öğrencisiydim ve birincilikle mezun oldum. Mezuniyetin ardından hiç yıl kaybı olmadan öğretim görevlisi olarak göreve başladım. Okulda akademisyen olarak göreve başladıktan sonra yüksek lisans ve doktora sürecimi tamamladım. Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Müzikoloji Bölümünden doktor ünvanını aldım. Mezun olduğum okulda yıllardır eğitimciliğe ve öğrenci yetiştirmeye devam ediyorum. Ülkenin dört bir yanında müzik öğretmeni ya da müzisyen olarak hayatına devam eden, insanlara bir şeyler katan, değen dokunan nice öğrencim var. İyi ki onları tanımışım, iyi ki hayatıma girmişler. Onlar benden ben de onlardan çok şey öğrendim.

 

 

Ve derken aldığınız eğitim için aslında bir ömür devam etti, etmeye devam ediyor diyebilir miyiz. Bir yanda ilk albümünüz ile karşılaşıyoruz ama birçok albümde ya da sahnede belki de emeğiniz var ve bugün yetiştirdiğiniz öğrenciler sizin izlerinizi taşıyor. Öncelikle müzikte eğitimi biraz konuşalım istiyorum; size göre günümüz müzisyenleri ne kadar hakkını veriyor bunun ne kadar hakim müziğe, sizin burada hassas olduğunuz noktalar nedir?

Eğitimin kişiye kattığı bir formasyon, donanım, tecrübe var elbette. Müzik gibi uygulama isteyen alanlarda icra olgusu devam ettikçe öğrendikleriniz ve tecrübeniz diri kalır ve üzerine sürekli bir şeyler koyabilirsiniz. Çünkü teorik bilgi tek başına bir şey ifade etmiyor. Müziği müzik yaparak öğreniyorsunuz. Bir de benim okulum geleneksel sanat müziği eğitimi veren bir kurum olduğu için sanat müziğinin kullanmış olduğu perde dizgesi gereği işin yüzde doksan dokuzu usta-çırak yöntemine dayanıyor. Dinleyip, izleyip taklit edeceksiniz.

Bu anlamda benim edindiğim bilgi ve tecrübe eğitimci pozisyonunda olduğum için ve sürekli aktarım örnekleme gerektirdiği için ömür boyu devam eden bir süreç. Müzisyen olmak, yetişmek okullu olmakla sınırlı bir şey değil. Özel eğitim sayesinde de müzisyen olmak mümkün. Konservatuvar mezunu olmayan
nice iyi, güçlü müzisyenlerin varlığı bunu doğruluyor. Günümüzde yalnızca müzikte değil müzikten edebiyata edebiyattan sinemaya sinemadan tiyatroya tiyatrodan şiire her alanda bir nitelik kaybı söz konusu. Vasatlık her şeyi ele geçirmiş durumda.

Müzik  özelinde konuşacak olursak hem melodik yapı hem sözel açıdan son derece içi boş, özensiz, estetik kaygıdan uzak, derinliksiz işler yapılıyor. Neredeyse okurdan çok yazar var herkes kitap yazıyor, herkes şarkıcı olmak için uğraşıyor. İşin liyakat, hakkını vermek, nitelik tarafı çoğu insanın umurunda değil. Tek dertleri bir şekilde görünür olmak. İşin kendine değil imgesine önem veriyorlar. Müzik piyasasında beni rahatsız eden diğer bir konu, arabesk müzik türüne ait icra tarzını, üslubunu diğer müzik türlerinde de kullanan ve çoğunluğu oluşturan bir müzisyen camiasının olmasıdır.

Her müzik türünün kendine has bir icra tarzı, üslubu, seslendirme şekli vardır. Bu olgu, bir türü diğer türden ayıran karakterize eden özelliktir. Fakat müzik piyasasına baktığımızda farklı türlere ait şarkıların arabesk müzik tarzıyla icra edildiğini, yorumlandığını işitiyoruz. Bu, vizyonsuzluk, renksizlik, sığlık, fakirlik, ruhsuzluktur.

 

 

Aslında sorunun cevabı bir yerde de albümünüz “Su”yun içinde saklı sanırım zira duyduğuma göre uzun soluklu bir çalışmanın ürünü, tüm detaylarını öğrenmekistiyorum. Eğitmen yanınız yanında bir gün bir albüm hayaliniz var mıydı? Mesela o ilk fikir nasıl çıktı, ilk adımları nasıl atıldı?

Uzun soluklu olması albümün yapısının, üzerinde uzun çalışılmasını gerektirdiği için değil aslında. Normalde kesintisiz bir çalışmayla en fazla altı ayda bitebilecek bir proje.

Fakat projenin içinde yer alan insanlar olarak o kadar çok aksilik terslikle karşılaştık ki, bu olumsuzluklar çoğunlukla özel hayatlarımız ve sağlık sorunlarımızla ilgiliydi- abartısız söylüyorum ölüm hariç, başımıza gelmeyen kalmadı ve proje durdu. O yüzden çok uzun sürdü. Eğitimci olmanın yanında günün birinde bir albüm yapma hayalim vardı hep. Hatta albüm düşüncesiyle beğenip okumayı istediğim şarkıları hep not ederdim. Bunlar bir defterde yıllar içinde birikti. Fakat istediğim gibi bir albümü yapacağım kişileri etrafımda bulamıyordum. Yani müzik zevki, anlayışı, duygusu, müziğe bakışı benimle ortak insanları bulamıyordum.

Birinci sınıfta yeni bir öğrencim olmuştu ismi Doğancan Doğan. Albümümde de bir çok şarkıda akustik gitar eşliği var. Birbirimizi tanıdıkça müzik zevklerimizin, müziğe bakış açılarımızın ortak olduğunu fark ettik ve çok iyi anlaşmaya başladık. Bir gün beni evine davet etti. Ve evinde gitar eşliği ile bana şarkı söyleterek kaydetti. Söylediğim şarkı da Kayahan’ın “Kar Taneleri” idi ki, yalnızca gitar eşliği olan ilkel koşullarda kaydedilmiş bir pilot kayıttır. Ben südyo kaydı olarak sesimi ilk kez dinledim ve çok heyecanlandım, çok hoşuma gitti. İşte bu kayıt albüm kararının milâdıdır.

Aranjörüm olan Serhat Çetin de Doğancan’ın sınıf arkadaşıydı fakat benim öğrencim olmadığı için karşılaştığımızda selamlaşmanın dışında bir samimiyet, sohbet gelişmemişti aramızda henüz. Kayıttan bir iki gün sonra Doğancan Serhat’ı okulda odama getirdi kaydı dinletmek için. Serhat ve diğer öğrencilerimden Ozan Alkan kaydı dinler dinlemez “hocam size kesinlikle albüm yapıyoruz” dediler ve işe başladık. Serhat ve Ozan işin başında albümün prodüktörüydü. Fakat Ozan kısa süre sonra prodüktörlüğü bıraktı. İş bütünüyle Serhat’a kaldı.

 

 

Bir tür “Başucu Şarkıları” tadında albüm yani tamamı cover ve bir şekilde yayınlandığı zaman ilgi çekmiş, kimi çok popüler kimi gizli kalmış şarkılar. Böyle olması hep istediğiniz bir şey miydi yoksa bir şarkı ile çıkıldı ve bu noktaya mı gelindi? Albüm için aslında tek bir çıkış şarkısı hedeflenmedi görebildiğim kadarı ile ve hepsi bir anda dinleyiciye sunuldu? Repertuar seçimi nasıl gerçekleşti?

“Başucu Şarkıları” tarzında olması hep istediğim bir şeydi. Zuhal Olcay’a yapılan projeleri çok beğenmiştim. Bu albümler bana model oldu aslında. Biraz evvel
bahsetmiştim eğer bir gün albüm yaparsam düşüncesiyle beğenip okumak istediğim şarkıları not etmiştim zaman içinde. Not ettiğim şarkıları eleyerek ve yine
öğrencilerimden biri olan ve aynı zamanda rock müziği şarkıcısı ve bestecisi Berker Dalyanoğlu’nun önerdiği şarkıların toplamıyla on bir şarkıdan oluşan bir repertuar çıktı ortaya. Ve bu on bir şarkı proje olarak tamamlandı. Fakat albümü sekiz şarkı olarak yayımlayabildik. Albüme alamadığımız şarkılar Şehrazat K. Söylemezoğlu’nun “Bahçede”, Selim Siyami Sümer’in “ Ben Anlarım” ve Selim Atakan’ın “Dağınık Yatak” adlı şarkısıydı. Şehrazat Hanım’a tribute albüm yapılıyormuş ve “Bahçede” adlı şarkısı albümde yer aldığı için “albümüm yayımlandıktan sonra kullanmanıza izin verebilirim ancak” dediği için şarkıyı kullanamadık. Multitap Grubunun solisti Selim Siyami Bey, “şarkılarımın hiçbir projede yer almasına prensip olarak izin vermiyorum” dediği için “Ben Anlarım” adlı şarkıyı kullanamadık. “Dağınık Yatak” adlı şarkının bestecisi Selim Atakan ve söz yazarı Murathan Mungan, hiçbir ücret talep etmeden şarkıyı bana hediye ettiler. Fakat yayım aşamasında sebebini anlamadığım bir nedenle Murathan Bey hiçbir açıklama yapmadan muvafakatnameyi imzalamaktan vaz geçti. Bu konuda telefonuma, mesajlarıma, e-postalarıma hiç yanıt vermedi. Çok yakın bir arkadaşıma “ben çoktan imzalayıp gönderdim muvafakatnameyi Kalan’a” demiş olsa da firma kesinlikle kendisinden bir şey gelmediğini bildirdi. Söz konusu sebeplerden ötürü proje sekiz şarkı olarak yayımlandı. Yayımlayamadağımız bu üç şarkı elimizde kaldı sağlık olsun.

 

 

Şarkılar seçildikten sonra Serhat Çetin aranjörlüğünde kayıtlar başladı, mesela ilk hangi şarkı kaydedildi, o ilk stüdyo heyecanınız nasıldı? Albümde çok önemli müzisyenler de karşımıza çıkıyor ki sizden dinlemek istiyorum onlarla kurulan bağı ve yaşanan kayıt sürecini, gerek albüm içi ekipte gerek dışında albüm nasıl bir merakla beklendi, karşılandı; bitti denilen yerde size neler hissettirdi?

Kaydedilen ilk şarkı Genç Osman Yavaş’a ait olan “Daha Küçüksün” oldu. Ben hayatımda ilk kez stüdyoya girdim ve şarkı söylemeye başladım. Tabi ilk okumalar hep pilot kayıttı esas okumalar aranjeler bittikten sonra olmaya başladı. Bu proje sayesinde ilk kez stüdyoya girdiğim için stüdyo dışında şarkı söylemekle stüdyo ortamında şarkı söylemenin çok farklı olduğunu fark ettim. O ortamın bana dayattığı bir evren, dil ve gramer var. Benim kendimi ses, beden, mimik, mikrofon kullanımı, açı, mesafe olarak stüdyo ortamına uyarlamam gerektiğini gördüm ve bunun üzerine evde çok çalıştım.

Aranjeler bitip esas okumaya geçen süre içinde istedim ki bütün acemiliğimi ve kusurlarımı yeneyim, çok tecrübeli bir stüdyo icracısı olarak stüdyoya gireyim. Bir tiyatro oyuncusunun televizyonda dizi oyunculuğu yaparken bilmesi ve kendinde değiştirmesi gereken şeyler gibi aslında bu durum. Farklı disiplinlerin dili ve grameri neyi gerektiriyorsa ona göre hareket etmek zorundasınız. Sıra esas kayda geldiğinde çok kısa sürede şarkıyı okuyup bitirdim. Serhat stüdyodan çıkıp boynuma sarıldı “hocam n’olmuş size böyle bu nasıl bir değişim inanılmaz harika”dediğinde çok mutlu oldum.

Albümde yer alan müzisyenlerle iletişim, randevu, kayıt aşaması hep Serhat’ın gerçekleştirdiği şeylerdi. Müzisyenlerle ben hiç bir araya gelemedim çünkü Serhat’ın kayıt alacağı gün ve saatler ile benim müsait olma durumum denk gelmiyordu. Ben kaydın bitmiş halini dinliyordum. Tabii eşlikler devreye girdiğinde söz konusu müzisyenlerin icrasıyla şarkıların nasıl ruh kazandığını, parladığını işittiğimde hem çok büyük zevk alıyor hem de iyi ki bu albümü yapmaya karar vermişim diye zevkten dört köşe oluyordum. İlk şarkının kaydının bitmesinden sonra ortaya çok seçkin, elit bir iş çıkacağının kokusunu almıştım aslında. Kayıtlarda vokalin yeri, çalgıların yeri ve şiddeti  konusunda itiraz ettiğim ve önerdiğim noktalar oldu söz konusu yerler benim istediğim
şekilde değiştirildi. Vokal icrasında da duygu olarak ifadesini beğenmediğim bir sözcük bazen bir heceyi iç sesim “şimdi oldu” deyinceye kadar tekrar tekrar okudum. Kayıt esnasında Serhat’a “bin kez okumam gerekirse bin kez okurum” dediğim oluyordu. İkimiz de en iyinin peşinde olduğumuz için yaptığımız iş asla birbirimize eziyet olmadı.

Ben yapı olarak hangi konuda olursa olsun benimle iş görecek insanı uğraştırmaktan, yormaktan rahatsız olurum. O yüzden esas okumalar öncesi dersime çok iyi çalıştığım için aranjörümü zorlamayan, uğraştırmayan bir solist oldum.

 

Albüm, Kalan Z etiketi ile yayınlandı ve sizin de dediğiniz gibi güzel bir şey belki de bir  anı ortaya koymak amacı ile bizlerle buluşturuldu, peki gelen ilk tepkiler nasıl oldu, sizi takip eden dinleyen ki eminim de birçok öğrenciniz var yine, nasıl dönüşler getirdi beraberinde. Günümüzde gerçekten böyle hassas ve kaliteli işlerle çok az karşılaşıyoruz, dinleyici ile buluşması önümüzdeki günlerde nasıl devam edecek, mesela CD ya da plak olarak da yayınlanacak mı, böyle bir düşünce var mı?

Yaptığım işin nitelik olarak farkında olduğum için ülkede geniş bir kesim tarafından dinlenmeyeceğini biliyorum. Müzik zevkimiz ortak olan, nitelikli işi fark eden insanlar tarafından görülmesini arzu etsem de benim dezavantajım bir tanıtımın reklamın olmaması. Albüm kayıtlarını nabız yoklamak için birçok insana dinlettim. Çok beğenenler olduğu gibi hiç beğenmeyenler de oldu. Beğenmeyenler genellikle benim yaptığım tarzda müzikten hoşlanmayan ya da hayatı boyunca tek bir tür müziğin dinleyicisi olup diğer müzik türleriyle hiç ilgisi olmayan insanlardı. Artık firmalar PR ile ilgilenmiyorlar. Ben ve çevremde bir kaç kişinin kişisel gayreti ve paylaşımlarıyla insanları haberdar etmeye çalışıyoruz o kadar. Sektörel bir katkının, desteğin olmaması üzücü. Firmalar satış olmadığı gerekçesiyle fiziki basım yapmadıklarını belirtiyorlar. Bugün çoğumuzun evinde artık CD çalar yok. En düşük basım sayısı bin adetmiş. Basılmış olsa gerçekten kaç kişi satın alır bilemiyorum. Ben şahsen plak olarak basılmasını arzu ediyorum. Albümün karakter olarak CD’den çok plak olarak basılmasını daha şık ve uygun buluyorum. Belki daha sonra bütçem el verirse bastırabilirim.

 

 

Ülkemizin çok önemli değerleri de sizin bu albüm vesilesi ile yan yana geldi bir kere daha. Fikret Kızılok, Vedat Sakman, Mehmet Güreli, Nadir Göktürk, Ali Kocatepe, Genç Osman şarkıları ile buluşturduğunuz önemli müzisyenler. Siz onların nasıl bir dinleyicisi oldunuz mesela, bu yorumladığınız şarkıları ilk dinlediğiniz anları anımsıyor musunuz ya da bu şarkılarla geçen yolculuklarınızı; hepsi artık sizin sesinizde ve albümünüzde; bu nasıl bir duygu gerçekten?

Lise yıllarım ve gençliğim söz konusu müzisyenlerin şarkılarını dinleyerek geçti onlarla büyüdüm diyebilirim. Böyle olunca tabii o şarkıları dinlerken yaşadığınız, hissettiğiniz, tanık olduğunuz ne varsa şarkılarla kodlamış oluyorsunuz. O zaman bu şarkılar yalnızca bir şarkı olmaktan çok daha fazla şeyler ifade ediyor sizin için. Hepsi benim için çağrışım yükü çok güçlü, yaşanmışlık taşıyan, ömrümü hayat yapan şarkılar. Özlemle andığım yılları ve kaybettiğimiz değerleri, güzellikleri, samimiyeti sanki bu albümle koruma altına almışım gibi geliyor. Sadece şarkıları değil geçmişi de coverladığımı düşünüyorum. Yaşamış olduğumuz aksiliklerden ötürü albümün yayımlanacağına olan inancımı o kadar kaybetmiştim ki şu an bana mucize gibi geliyor.

 

 

Bunca zamandır müzik sizin için bir tutku, bir aşk ama peki işin söz yazarlığı ya da bestecilik yanında herhangi çalışmalarınız oldu mu; mesela ilerleyen günlerde böyle buluşmalar da bekleyebilir mi bizi? Bir de sahneler ile aranız nasıl oldu geçen süre içinde, mesela bu şarkıları canlı bir performansla sizden dinleme şansımız olacak mı önümüzdeki günlerde?

Ben İzmir’de ikamet ediyorum. Ve İzmir’de hiçbir zaman benim yapmaktan hoşlandığım müziği sergileyebileceğim bir sahne ortamı olmadı. Çünkü sahne deyince işletme devreye giriyor. İşletmelerin tümünde eğlence müziği yapılıyor. Söz konusu mekanlara da insanlar eğlenmek için geliyor. Çoğu insanın günümüzde müzikle olan ilişkisi eğlenmekten ibaret. Müziğe eğlence olarak bakıyorlar. Benim yaptığım müzik ancak kültür sanat merkezi olarak adlandırılan mekanlarda, otel lobilerinde sergilenecek cinsten bir müzik. Bu albümün konser projesine dönüşmesini çok isterim fakat en büyük engel bir orkestramın olmaması. Ben, izleyici beni izlemeye geldiğinde albümümde ne dinlediyse konserde de aynısını dinlemesinden yanayım. Yani sahneye taşınabilir
soundu tercih ediyorum. Bunu gerçekleştirebilmek için tüm müzisyenleri bir araya getirip, hepsinin albümü bire bir ezberlemesini isteyeceksiniz. Bu zaten başlı başına çok zaman ve mesai isteyen meşakkatli bir süreç. Bunun yanında tüm müzisyenlerin ücretlerini de karşılamanız gerekir. Büyük prodüksüyon gerekiyor. İşte bu sebeplerden dolayı konser vermem bana imkansız gibi görünüyor. Ancak küçük mekanlarda alt yapının üzerine canlı okuyarak albüm tanıtım dinletisi yapılabilir belki. Kendime ait sayıca çok olmasa da şarkı sözü ve bestelerim var. Fakat üzerinde çalışılması gereken şeyler çünkü şu anki haliyle beğenmiyorum ama bu konuda da çok tembel birisiyim onu da itiraf edeyim. Belki bu albüm beni bu konuda teşvik eder. Çünkü bir sonraki albüm
için yeni şarkıların da olmasını istiyorum. O yeni şarkılardan hiç olmazsa en az bir tanesinin bana ait bir şarkı olmasını isterim. Şimdiden beste arayışına ve çalışmaya başladım.

Günümüz müzik dünyasında şarkılar bu kadar hızla tüketilirken siz bir albüm  yayınlıyorsunuz ve merak ediyorum siz bu akışı nasıl değerlendiriyorsunuz, yayınlanan  çalışmalara yetişebiliyor musunuz; mesela plaklar, kasetler hatta CD’ler özleniyor mu, dijital müzik endüstrisi hakkında neler düşünüyorsunuz?

Her ay mutlaka dijital müzik uygulamalarından “yeni çıkanlar” başlığı altında yayımlanan projeleri inceliyorum. Çoğu çok kötü zaten. Bir de müzisyenliğini ve müzik zevkini beğendiğim sosyal medyadan takip ettiğim müzisyenlerin önerdikleri albümler oluyor, onların önerdikleri albümleri merak edip dinliyorum. Ama dünya çapında yayımlanan her şeye yetişmek kaçırmamak imkansız tabii. Ben yaşça taş plaktan dijital kayda kadar olan süreci yaşadım ve tüm formatları kullandım. Benim için analog kaydın sıcaklığını, doğallığını, yerini hiçbir şey tutmaz. O yüzden plak ve kaset kaydını çok seviyorum.

Dijital müzik endüstrisi müzik dinleme alışkanlığımızı kökten değiştirdiği gibi müziği de taşınabilir bir veri haline getirdi. Dinleyici artık dünyada yayımlanmış tüm albümlere saniyeler içinde erişim kolaylığına sahip ve bu devasa arşiv telefon sayesinde elinizin altında. Müzisyen cephesinden baktığımızda en dezavantajlı olanlar müzisyenler. Müziğin kaydının fiziki olarak basımı ortadan kalkınca müzisyenin kaset, plak, cd satışından elde ettiği büyük kazançlar tarihe karıştı. Eskiden fiziki basım satışından zengin olan birçok müzisyen var. Ama dijital dönemle müziğin üretim şekli ve alım-satımı değişti. Bu durumda müzisyen canlı performasın dışında para kazanamaz duruma geldi. Firmalarsa artık bir yapımcı gibi davranmıyor. Normalde bir projeyi basmayı üstlenen
firma projeyi finanse eder ve yayımladıktan sonra da PR’ını üstlenir. Şimdi öyle değil. Siz projenizin her türlü masrafını kendiniz üstleniyorsunuz. Firma yalnızca albümünüzü dijital olarak yayımlıyor o kadar. Ve albümünüzde yer alan eserlerin dinlenmesinden doğan gelirin çoğunluğunu firma ve eser sahipleri alıyor. Türkiye’de böyle, dünyada bu yapımcılık, sektörel süreç ve sektörün bileşenleri nasıl işliyor bilmiyorum.

 

Mesela en son kimi dinlediniz, kimler günümüz müziğinde size göre yüksek bir yerde?

Her yeni çıkan albüm nitelikli olacak diye bir koşul yok elbette. O yüzden yeni olmasından çok iyi olması beni ilgilendiriyor. Eğer yeni yayımlananlar arasında
beğendiğim şeyler yoksa zaten şimdiye kadar dinlemiş olduğun nice iyi albüm var benim için hiç eskimeyen. Hangisini özlediysem onu dinliyorum. En son Birsen Tezer’in “Kağıttan Kaplanlar” albümünü dinledim çok beğendim. Single olarak Brek’in “Gece Beni Almadan” hoşuma gitti. Bugün Cenk Erdoğan İle Volkan İncüvez’in üç eserden oluşan makamsal “Lika” adlı albümünü dinledim. Dani Assis’in single’ı “My Own Embrace”ı dinledim. Hümeyra’nın “Beyhude” albümüne bayılırım. Geçen hafta Doğan Canku’nun “Sonsuzluk” albümünü özledim onu dinledim. Ben yalnızca yapmış olduğum tarza kilitlenmiş ve o tarzda müzik dinleyen birisi değilim. Tür bağımlılığım yok aslında. İlgili türün nitelikli olanından her zaman haz alırım. Ben Münir Nurettin Selçuk dinlerim ama bir gün sonra Michael Jackson da dinlerim. Sıkı bir Michael jackson hayranıyımdır. Yirminci yüzyıl rock müziği gruplarına hayranımdır. Yalnızca arabeski hiçbir zaman sevmedim sevmem de mümküm değil. Melodik yapısı, sözel içeriği, duygusu, dünyasının bana değip dokunması, beni anlatması imkansız. Rap müzikten Ozbi’yi beğeniyorum dinliyorum. Yalnızca benim yapmış olduğum müzik tarzıyla sınırlı değil birçok müzik tarzında gerek besteci, gerek enstrümanist, gerek vokal solist olarak zirvede olan müzisyenler var: Bülent Ortaçgil, Erkan Oğur, Mor ve Ötesi, Doğan Canku, Red, Ezginin Günlüğü, Cenk Erdoğan, Tolga Bilgin, Akın Eldes, İlhan Erşahin, Burçin Buke, Şebnem Ferah, Ercüment Orkut, Volkan Öktem, Bulut Gülen, Aycan Tezel ve sayabileceğimiz nice insan bu müzisyenler işinin zirvesinde insanlar.

 

İlk aldığınız albümü anımsıyor musunuz, arşivinizde en çok kimler yer alıyor?

Ilk aldığım albümü hatırlamıyorum. Evdeki bir odam tavana kadar dört duvar kütüphaneden oluşuyor. Burası benim dünyam. konservatuvarda öğrenciyken maddi imkansızlıktan dolayı pek fazla bir şey satın alamıyordum. Mezun olup öğretim görevlisi olarak işe başlar başlamaz dijital döneme kadar maaşımın yarısından fazlasını kitaba, cd’ye, dvd’ye harcadım. Müzik dinleyicisi olarak tek bir türe bağımlı kalmadığım, bu konuda hem meraklı hem de kendimi daha renkli, zengin, donanımlı kılmak istediğim için arşivimde tür olarak Türk sanat müziği, Batı sanat müziği, flamenko, caz, new age, yabancı pop, türkçe pop, yunan müziği, Kalan Müzik’ten arşiv serisi, rock müzikten özellikle yirminci yüzyıla damgasını vuran gruplara ait zengin bir cd koleksiyonuna sahibim. Ama yapmış olduğum albüme yakın ya da benzer müzik yapan kimlerin albümü var derseniz Fikret Kızılok, Bülent Ortaçgil, Grup Gündoğarken, Mehmet Güreli,
Doğan Canku, Yeni Türkü, Erkan Oğur, Hümeyra, Jülide Özçelik, Jehan Barbur, Vedat Sakman, Ezginin Günlüğü’nü sayabilirim.

Bir gün çalışmayı istediğiniz bir müzisyen var mı ya da bir sonraki albümde bir şekilde şarkısına ya da kendisine yer vermek istediğiniz bir ses, enstrümanist?

Zuhal Olcay’la, Jehan Barbur’la, Jülide Özçelik’le, Sertap Erener’le bir düet yapmak isterim açıkçası. Enstrüman olarak çalmasını istediğim çok müzisyen var aslında. Mesela Tarkan’ın arkasındaki müzisyenlere bir bakın ülkenin en iyi müzisyenleri çalıyor. Hepsi birer kıymet. Bu insanların albümümde eşliğinin olması bana büyük gurur verir.

 

Mesela içinde bulunduğumuz süreçte Eurovision şarkı yarışması var, siz genel olarak müzik yarışmaları hakkında ne düşünüyorsunuz?

Eurovision olsun ya da ülke sınırları içinde kalan yarışmalar olsun. Bu tip organizasyonlar tamamen popüler kültürün insanları eğlendirmek amacıyla ürettiği
metinlerdir. Bu tip yarışmaların müzik sektörü için yeni bir ses, yeni bir yüz, yeni bir star aramak ve yaratmak amacıyla yapılmadığı aşikar. Başlangıçta öyle zannediliyordu öyle olmadığına neye hizmet ettiğine tanık olduk. Eurovision uluslararası bir organizasyon olduğu için ülkeler bu organizasyonda yer almayı siyasi temsil açısından önemsiyorlar. Değerlendirmelerin hakkaniyetli, adil olmadığını siyaset, ideoloji başta olmak üzere müzik dışı unsurların, lobilerin etkisinin belirleyici olduğunu görüyoruz. Son yapılan yarışmada resmen eşcinselliğin güzellemesi, propagandası, gösterisi yapıldı. Tam bir maskarılığa, rezilliğe tanık olduk.

 

Albümünüzde bestelenen şiirler de var, şiir ile aranız nasıl, en sevdiğiniz şairler kimler mesela? Ya sanatın diğer renkleri ile?

Başta Nazım Hikmet tabii ki. Klasik olarak Yahya Kemal Beyatlı hâlâ büyük. Orhan Veli, Gülten Akın, Attila İlhan, Hilmi Yavuz, Melih Cevdet Anday, Edip Cansever, Turgut Uyar, Ece Ayhan, Can Yücel, Murathan Mungan, Oktay Rıfat, Hulki Aktunç, Salâh Birsel, Haydar Ergülen, Behçet Necatigil, Ahmed Arif, Necati Cumalı, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Didem Madak, Metin Altıok, Küçük İskender. Sinema ve edebiyatla yakından ilgiliyim. Bu konuda da iyi bir arşivim var. Resme, fotoğrafa da ilgim var ama henüz başlayamadım. Her şeye yetemiyor insan.

 

Müziğin ve dolayısı ile eğitmen kimliğinizin dışında hayatınıza başka neler dahil olur, neleri paylaşmayı ve yaşamayı seversiniz; bir gününüz başka nasıl tamamlanır?

Günümün büyük kısmı okulumda ve okulumla evim arasında üç saat süren metro yolculuğunda geçiyor. Her gün o üç saatlik yolu müzik dinleyerek değerlendirmeye çalışıyorum. Taşıtta kitap okumak benim için mümkün değil çünkü sessiz ortamda ancak kitap okuyabiliyorum. Mutlaka gün içinde spor olarak bir saatlik yürüyüşümü yapmaya çalışıyorum. Eğer izlemem gereken bir film ya da katılmak istediğim bir konser, sergi, sanatsal herhangi bir etkinlik varsa bültenleri takip eder mutlaka haftamı ona göre planlarım. Beğenerek okuduğum bir kitap, izlediğim bir film, katıldığım herhangi bir etkinlik, dinlediğim bir albüm, yeni keşfettiğim bir yer, mekan, ya da yediğim çok lezzetli bir yemek beni mutlu eden ne varsa sosyal medyadan mutlaka paylaşır insanlara tavsiye ederim. Yapı olarak hoşuma giden, güzel bulduğum şeyleri başkalarına duyurmaktan, göstermekten, paylaşmaktan hoşlanan birisiyim. İnsanların hayatta biribilerini zenginleştiren paylaşımlarda bulunmasını çok önemsiyorum. Yaşıtlarımdan çok öğrencilerimle vakit geçirmeyi konuşup tartışmayı seviyor ve tercih ediyorum. Genç olmalarından dolayı bir şey öğrenmeye zihniyet olarak değişip dönüşmeye çok müsaitler. Bu esneklikleri hoşuma gidiyor. Ben de kendimi onlar sayesinde dinç tutuyorum ve yeniliyorum. Kendimi methetmek gibi olmasın kimi öğrencilerimin “hocam ben bu okulu bırakmaya karar vermiştim ama sizinle tanışınca bırakmaktan vaz geçtim bitirmeye karar verdim” demesi beni onure ediyor. Ve onların hayatına değip dokunduğum, onlara bir şeyler katabildiğim konusunda kendimi işe yarar hissediyorum. Bu bana kendimi değerli, boşuna yaşamadığımı hissettiriyor. Yaşımın da etkisiyle belki artık olabildiğince sade, dingin mütevazı bir hayatı tercih ediyorum. Görüşeceğim insanları seçiyorum. Benim vaktimi harcayacak, zamanımı çalacak, bana bir şey katmayacak insanlarla görüşmüyorum. Gençken zamanı hoyratça kullanabiliyoruz belki fakat telafisi olmayan ve en tutumlu kullanılması gereken şeyin
zaman olduğunu fark edince ona göre davranmaya ve yaşamaya başlıyor insan. Türkiye’de insanlar zamanı değerlendirmek, içini doldurmak, onu kendini geliştirmeye, zenginleştirmeye yönelik kullanmak yerine vakti öldürmeyi tercih ediyorlar. Halbuki en tutumlu kullanılması gereken fakat en çok israf ettiğimiz ve öldürdüğümüz şey zaman.

Peki tam da bugün için, şu an, bize bir şarkı seçmenizi istesek hangisi olurdu bu, isterseniz hayatınızın şarkısı olsun isterseniz en son dinlediğiniz?
Candan Erçetin okumuştu yıllar önce “Vakit Varken”.

 

 

 

Mayıs ayı bir yandan yeni çalışmalarını yayınladıkları gibi müziğin eğitmen yanında da duran müzisyenlerle ve söyleşilerimizle devam ediyor. Bu hafta da eğitmen bir portre var karşımızda ve uzun zamandır üzerinde çalıştığı ve yayınladığı, uzun uzun da konuşmak istediğimiz bir albümü. Sevgili Fatih Coşkun konuğumuz. Kalan Z etiketi ile yayınlanan bu ilk albümü için sekiz cover şarkı seçmiş kendisi ve kendi müzik zevkini, müziğe bakışını da ortaya dökmek istemiş bir yerde. Fikret Kızılok, Nadir Göktürk, Cem Kısmet ve Ali Kocatepe dahil olmak üzere birçok müzisyenin unutulmayan eserlerine yer verilmiş bir tür başucu albümü şeklinde adeta. Belki bu şarkılar bugüne kadar birçok…

Genel Bakış

0

Kullanıcı Oylaması: 4.83 ( 2 oy)

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*