Ekim ayının üçüncü haftasının “Haftanın Söyleşisi” konuğu sevgili Hatice Hamarat.
Geçtiğimiz günlerde üçüncü çalışması “Çingene Çiçeği”ni OnAir Müzik etiketi ile yayınlayan Hamarat ile yazın ilk günlerinde bir araya gelmiş gayet de keyifli bir sohbet gerçekleştirmiştik. Bu yeni şarkısın haberini o gün almıştım ve heyecanla beklemeye başlamıştım. Ve artık tüm dijital platformlarda.
Kendisinin bu üçüncü çalışması ama öncesinden de ismine aşinayız. Bir süredir edebiyat dünyasına da çalışmalar yapmakta ve üç tane de kitabı bulunmakta kendisinin. Beraberinde öykü, makale, inceleme gibi pek çok türde üretimleri de mevcut ve hatta bizi kırmadı bu söyleşimiz içinde hazır edebiyattan da uzun uzun konuşmuşken bir tane de şiirini paylaştı bizlerle.
Çok teşekkür ederim kendisine ve beraberinde kendisi şarkılarıyla buluşmamıza vesile On Air Müzik ailesine. Birlikte daha nice kere hayatın şiirini, müziğini paylaşmak üzere, seni tanımaktan dolayı çok mutluyuz sevgili Hatice.
Kadri Karahan
Öncelikle uzun uzun konuşacağız; çünkü hem edebiyat hem de müzik adına başarılı çalışmalara imza atıyorsun sevgili Hatice ve aynı zamanda ilk söyleşimiz buna hakkımız var sanki :) Eskişehirlisin ve adını sanat yolculuğunda ilk kez edebiyat çalışmalarında duyuyoruz. Dergiler ve derken kitaplar bir bir raflarda yerini alıyor. Yazmak senin için nasıl bir aşkla başladı, ilk ne zaman inandın yazdıklarına ve kimler bu süreçte yanındaydı, destekçindi?
Güzel sözleriniz için teşekkür ederek söze başlamak isterim. Sanata ve sanatçıya her daim destek veren Müzik Ekspres ailesine konuk olmak onur verici. Çocukluğum sizin de bahsettiğiniz gibi Eskişehir’de geçti. Sanatın her alanında gelişmiş bir kentte doğup büyümek büyük bir şans. Tabii ki kişinin karakteristik özellikleri de yaşama bakış açısında önemli rol oynuyor. İzleyen, düşünen ve sürekli sorgulayan bir çocuktum. Gözlemlediklerimi, öğretilenleri kendi bilinç süzgecimden geçirerek kendi doğrularıma ulaşırdım. Yapısal bir durum olsa gerek bu yüzden psikoloji, felsefe gibi alanlara ilgim çocukluk yıllarında başladı. Duygular ve duyularla fazla haşır neşirdim. Bu da beni küçük yaşlarda belli bir farkındalığa eriştirdi. Temel tözüm ders sıralarında dahi duygular ve onların ortaya çıkış şekilleri oluyordu ilkokul öğretmenimin de yönlendirmesi ile edebiyatla ilişkim o evrelerde başlamış oldu. Yazarken keyif almak gibi bir durumun içinde de olmazdım, örneğin hiç günlük tutmadım. Yazmak bana göre bir kuşun içgüdüsel olarak uçması ile aynı şeydi.
Yazı ile aramda “kendiliğinden gerçekleşen” bir boyut vardı. Sadece yazıyordum. Sevilip sevilmemesi, çoğunluğa hitap edip etmemesi gibi durumları umursamazdım. Halen de aynı fikre sahibim. Esas sadeliği yazma eyleminin kendisinde bulmuş olmam bu yola başlamamdaki en büyük sebep diyebilirim. Bu süreçte en büyük destekçim değerli üniversite hocam, yazar Prof. Oktay Yivli oldu. Bana edebiyatın hangi koluna ilgi duyarsam duyayım doğru okumayı ve doğru yorumlamayı öğretti. Şiirlerimdeki varoluşsal süreci yakinen takip etti ve bu konuda her zaman dilimi geliştirmem, bilinçli yol almam için kıymetli dersler sundu. Yerel gazetelerde ve dergilerde köşe yazarlığı yaptım. Bir yandan da genellikle şiir olmak üzere ebedi çalışmalarıma devam ettim. Bu süreçte en büyük destekçim kendisidir. Zaten sonrasında kalemim olgunlaştıkça kendisiyle ortak bir projede de bulundum. Sizin vasıtanız ile buradan
kendisine minnetimi sunmak isterim.
Derken iki kitabın birer sene ara ile okurlarını buldu. Çavlan (2019) ve Mutlak Unutuluş (2020). Usta kalemlerimizden Metin Cengiz, “Hatice Hamarat şiirini yaşadığı, tanık olduğu, yani içselleştirdiği ve deneyimlediği yaşantı üzerinde kuruyor, böylece modern şiirin gerektirdiği bir poetikanın içinden yazıyor.” demiş; içindeki şiiri ve kalemini senin tanımlaman ile dinleyebilir miyiz peki? Şiir kalbinde nasıl bir yolculuk, nasıl bir yaşam alanı?
Ben çoğunlukla korkuları olmayan ancak korkulardan yola çıkarak üreten biriyim. Ölümü düşünelim; çoğumuzun en büyük korkusudur. Sanırım kendi içimde bu korkularla barışarak onları kaleme almak bana huzur veriyor. Korkunuzu sağaltıp bunu kelimelerle buluşturduğunuz vakit spiritüel dünyaya yakın bir bireyseniz yaşam size hediyeler sunuyor. Bana da şiiri sundu. Kelimelerle oyun oynamaktan hep keyif aldım. Oysa çocukken arkadaşlarımla oyun oynarken bile çabuk sıkılan, mutsuz olan bir çocuktum. Bana, benim içimdeki varlık ve yokluk bilincini, ölüm ve yaşam temalarını ve tüm bunların kendi içindeki tezatlığı anlatacak, öğretecek bir öğretmen gerekliydi. Ailem de çok ilgili bir aile olmadığından belki de ben de kendi öğretmenimi seçtim ve şiiri hayatıma dahil ettim. Yazmak benim kendimi eğitme biçimim. Kalemimi yorumlamamı istersen, ne bana ait ne de bir başkasına. Örneğin bazı kedileri eve kapatamazsın, özgürce dolaşmak isterler. Benim şiirim de o kedilere benziyor. Sevilmek istiyor ancak ne zaman ve ne şekilde sevileceği ona kalmış. Bazen bencil, sert, bazı anlarda ise kırılgan. Ama her daim tutkulu…
Bir sonraki çalışma “Bu Dünya” iki ayrı renkteydi bizim için; öyküler aracılığı ile kitapseverleri hem de müziği aracılığı ile dinleyicileri dünyana davet ettin ve bu sene içinde adınla karşılaştığımız duraklar oldular. Öncelikle öykülerini ve bu kitabını da konuşalım istiyorum henüz okumayanlar için; daha sonrasında da müzisyen Hatice’yi de dinlemeye doğru yol alacağız.
Bu Dünya” projem benim için çok özel. Sevdiğim, ilgilendiğim iki sanat dalını aynı projede buluşturmuş olmak insanı heyecanlandırıyor. Şair olarak yola atılmak ve o alanda tanındıktan sonra öykülerle okuyucuyu buluşturmak aslında bir risk. Ancak
uzun yıllardır takip eden okurlarım biliyordur diye düşünüyorum öykü, makale, inceleme gibi pek çok türde üretimlerim mevcut. Sadece bunların kitaba dönüşmesi noktasında bana bir neden gerekliydi. Bunu da projenin müzikâl kolunda buldum.
Anlatacak şeyim olmadığında genelde susmayı tercih ederim ama o dönem anlatacak çok şeyim varmış gibi hissediyordum. Bu da bana itici bir güç oluşturdu. Sevgili sanat yönetmeni ayrıca dostum ve editörüm de olan Volkan Gemili kitabın oluşum aşamasında ve öykülerin büyümesinde emeklerini hiç esirgemedi ona sonsuz sevgilerimi sunmak isterim. Öykülerimdeki ezgisel dil belki doğuştan geliyor olabilir ancak kullanılan dilin nasıl akıcılık sağlayacağı tamamen öğrenilen bir durum. Bu aşamada da birlikte çalıştığım sevgili hocam, değerli yazar Luset Kohen Fins, bana kendi dilimi disipline etme noktasında çok şey öğretti. Yine günümüz edebiyatının bel kemiklerinden yazar Faruk Duman ile çalışmış olmak da benim için bir şans. Hepsine edebiyat yolculuğumda bana kattıkları, öğrettikleri için minnettarım.
Tüm bu yolculuk devam ederken bir şarkı, bir “İstanbul” çıkageldin ve sesinle de tanıştı dinleyicin. Bu şarkının bülteninde bas gitarist olarak müzik kariyerine başladığını okumuştum bunu bilmiyordum mesela. Müzik hep bir yerde var mıydı, seni anlamaktan uzakta değilim ama nasıl bir denge içindeydin ve notalara nasıl dönüştü sözler, şiirler; bir yandan da kendine ait şarkılar ile devam edecekti yolculuk ve nasıl yorumlar geldi, nasıl karşılandı bu adımın hem okurların hem de artık olacak olan dinleyicilerin üzerinde?
Müzik hayatımın hep içindeydi. Ortaokul yıllarında temel gitar eğitimi almaya başladım. Ancak çabuk sıkıldım. Bir arayış içerisindeydim bana ait olan sesi arıyordum. Sonrasında bas gitar ile tanıştım ve çok sevdim. Eğitimler almaya başladım. O dönem Eskişehir’de müzik grupları çok yükselişteydi. Bir yandan okulumu bitirmeye çalışırken bir yandan da müzik ve edebiyat alanında çalışmalar yapıyordum sahne aldığımız bir gün vokale geçmek durumunda kalmamla sen vokalde yapmalısın sözlerini sıklıkla duyar oldum. Ancak okulumun bitmesi ile hayat mücadelem çalışma hayatını getirdi ve doğu görevine gittim. Uzun bir süre müzikten
uzak kalmak zorunda kaldım. Bu süreci verimli kılmanın tek yolu da yine edebiyata odaklanmaktı. Çavlan aslında bu süreçte ortaya çıktı diyebilirim. İstanbul’a yerleştikten sonra müzik ise müzik çalışmalarına yeniden başladım. Bu sefer vokallik ön plandaydı. Müzisyen Özgür Gezgin ile uzun soluklu duo çalışmalar yaptık. Sonrasında ise sevgili Ses Sanayi ekibi ile kendi bestelerim üzerine yoğunlaştık. Müzik bir ekip işi. Sevgili İsmet Özel’in bir şiirinde “yola ikna edilmişlerle çıkılmaz, yola inananlarla çıkılır” diyor. Bu sebepten sizin sözlerinize, melodilerinize inanan insanlarla yol almanız bu yolda sağlam adımlar atmanızı kolaylaştırıyor. Bu anlamda
müziğime inanan ve destekleyen değerli müzisyenlerle çalışmak sevindirici. Reha Hendem, Ahmet Kalabay, Safa Hendem ve Mehmet Cem Ünal’a sizin aracılığınız ile tekrar sevgilerimi gönderiyorum.
Derken ikinci single çalışması aynı zamanda da kitabının bir yerde teması “Bu Dünya”yı yayınladın ve şarkında insani deneyimlerin ve güdülerin, aşk, sevgi, nefret gibi tutkumuzu sırtlayan duyguların dünyada savrulmamıza sebep oluşunu anlattın. Bu tüm yaşam deneyimlerinin müzikal yansıması artık nasıl bir yerdeydi, müzik adına neler yapma istiyordun daha fazla ve bu yolculuklarına kimle eşlik ediyordu?
Bu Dünya” parçası hayata tam olarak yerleşememişlerin, yerini yadırgayanların hikâyesi oldu. Bu sebepten ne çok savrulan varmış ki oldukça sevildi. Kitapta olduğu gibi varoluş sancılarını taşıyan bir eser olmasını istedik. Bunun içinde birden fazla ruhun üzerine sinmesi gerekliydi. Parçada benim dışımda dört değerli müzisyenin yansıması var. İstediğimiz melankolik ve asi tavrı dinleyiciye sunabildik diye düşünüyorum. Klip çekiminde de çok eğlendiğimi söyleyebilirim. Parçanın klibini sevgili yönetmen Kerem Yükseloğlu çekti. Kendisine ve her anımda her projemde yer alan değerli dostum, fotoğraf sanatçısı Sezgin Aydın’na da emekleri için yine
teşekkürü bir borç bilirim.
Bir yerde tarzını şiirin müzik ile dansı diye tanımlamıştın ki son şarkın “Çingene Çiçeği” ile de dansa davet ettin dinleyicini. Ben bu şarkını biraz daha fazla sevdim sanki ve belki de en çok bu yüzden sormalıyım, nasıl açtı bu çiçek, nasıl kaleme alındı ve seni ve bizi nasıl dansa davet etti?
Melankolik ve ağır sözleri olan parçalarla başlayınca bazı dinleyicilerden “ yahu hep mi melankoliksin kardeşim?” gibi sitemler aldım.:) Sanırım o dönemdeki ruh halim bu şarkıları yayınlamayı gerektiriyordu. Sonrasında hem söylemeyi hem çalmayı çok sevdiğim “Çingene Çiçeği” ile dinleyici de tanışsın istedim. Bu buhranlı ülke ve dünya gündeminde hepimizin enerjik ve iyi hissettiren üretimlere ihtiyacımız var. Bu sebepten parçanın kaydına başladık ve kayıt sürecinde dahi hep eğlendik. Parçanın yazım hikâyesine gelince; çok sevdiğim yazar Oğuz Atay, ‘Korkuyu Beklerken’ eserinde şöyle bir çıkarımda bulunur; “ Yalnız yaşayan insanların kendi içlerinde başlayıp biten eğlenceleri vardır.” Benim eğlenceli parçalarımın özeti gibi bir cümle.
Yolda kendi kendime eğlenip, şarkı söylerken bir anda oluştu parça. Sözler ve melodi tamamen doğaçtı. Sonrasında üzerinde çalıştım ve düzenledim. Başkaları da dans etsin, eğlensin ve iyi hissetsin istedim ve kayıt sürecine başladık. İyi ki de yapmışız diyorum. İçimizdeki çiçek solarsa gelecekten de pek bir şey bekleyemez duruma geliriz oysa bizden sonraki nesil için artık günümüz dünyasında sanat çok daha mühim bir yerde. Onlara anlatacakları hikâyeler, dinleyecekleri anlamlı içi dolu şarkılar, türküler bırakabilmeliyiz.
Edebiyatın ve müziğin bundan sonrası adına bize ne sürprizler yapacak peki, yeni projeler yolda mı, mesela şiiri ve müziği sahnede buluşturma fikrin var mı ve sorularımız arasında şarkılarını dinlemiş olacağız ama buradan da bir şiirini okurlarımızla paylaşalım mı?
Çok sürprizli biri sayılmam ama şairliğimden olacak her an bir delilik yapabilirim :) Bundan sonraki evrede edebi çalışmalarıma ağırlık verme niyetindeyim. Uzun zamandır üzerinde çalıştığım novella çalışmam ve şiir dosyam sırasını bekliyor. Uzun vadeli planlar yapmamaya gayret ediyorum ancak senaryo çalışmam da olduğundan en büyük hayalim senaryosunu yazdığım bir filmin müziklerini de yapmak. Umarım gerçekleştirebilirim. Tabii ki bestelerimle ilgili çalışmalarıma da ara vermeden devam etmek niyetindeyim. Tüm imkânlarını kendi yaratan ve destek almadan tek başınalı yollarda ilerleyen biri olarak hak ettikleri yerlere ulaşabilmeleri en büyük ümidim ve dileğim.
Yeni oluşan dosyadan bir şiir şeçiyorum öyleyse;
KUMUN GÜRÜLTÜSÜ
Kısrağın ipini koparıp kaçması ile
Günün eteği havalanıyor
Rüzgâr beni koynuna koyup uzak düşlere eriştirecek
Sevincim hüznümün atası
Hüznüm sevincimden doğan çocuk
Haritalarda olmayan kentlerde
İlerleyerek, ilerleyerek ölüme
Bir hayat yaşanmalı mıdır?
Dudağımda bir yaşamak tadı kalmalı mıdır?
İşte, kumlara ulaştım ayaklarımı ezilmiş çiçeklerden koruyarak
Onlar da suçu üstüme atacak!
İşte, vurulmuş atların ruhları ensemde kişnemekte
Sonsuzluktan paylarını acı ile almış olarak
Sessizliği gösteriyor birisi
Kara elbiseleri ile durup denizin kokusunu emiyor
Kemikli elleri karıncalaşmış dizlerinde
Ah edip, ıstırapla bakıyor dünyanın penceresine
Yüzü, yüzüme uzak
Yüzü, yüzümün aynısı
Parmak uçlarıma basarak ilerliyorum
Gidilemeyen topraklarda açıyorum bir atlası
Kayboldum sanıyor, bu da kumun yanılgısı
Gün, çürümeye yer bırakacak kadar uzun
Uzanıyorum ıslak kaldırımlara, sevdanın böylesi ha!
Sevdanın böylesine güzellik katan Tanrım!
Beni, kırmızıyı sevmekle suçluyorlar
Bense kum, yanık sarıdır diyorum
Dilimi koparan bir bıçak tutuyorlar ellerinde
Sesin, ucuz şarabımdan içip yanıma geliyor
Parmak uçlarımda cansız kediler
Dünya, zamana ateş ediyor
Ben, bir kar tanesinin gökten düşüşünü izlerken
Ellerime kumun şarkısı bulaşmıştı
Bu, size göre gürültülü bir senfoni…
Son olarak biraz hız keselim ve aklına gelen ilk yanıtlar ile kısa sorularımızı paylaşalım ne dersin :)
Zevkle cevaplayacağım :)
İlk aldığın kitabı ya da albümü anımsıyor musun mesela?
*İlk aldığım albüm Cranberries- No Need to Argue albümüydü. Ailemin aldığı kitaplar dışında kendi başıma bir kitap almak istemiştim ve Bilge Karasu’nun “Narla İncire Gazel” kitabını aldım. İsmi çok dikkatimi çekmişti. Ancak tabii henüz yaşım yetmediğinden okusam da şimdikinin tadını alamamıştım. Sonra acısını defalarca okuyarak çıkardım.
Hayatının şiiri hangisi, ya şairi?
İki şair söyleme hakkını isteyerek Turgut Uyar ve Edip Cansever diyorum. Turgut Uyar’dan ‘Geyikli Gece’, Edip Cansever’den de ‘Bir Su Yılı Denebilirdi’ en sevdiğim şiirler.
Peki ya şarkısı, müzisyeni?
*Kesinlikle Pearl Jam- Black
On Air ailesine bir selam yollayalım mı, neler diyelim onlara?
Hepsine buradan sevgilerimi iletmek isterim. Özellikle sevgili müzisyen dostum Barış Çapkın ve emeklerini hiç esirgemeyen Beyza Uzüğüten Cumbul başta olmak üzere hepsine kucak dolusu sevgiler.
“İyi ki oradaydım” dediğin bir konser var mı ya da “keşke orada olsaydım” dediğin?
Çok iyi bir hikâye anlatıcısı olduğu için her Teoman konseri, Üstelik Ses Sanayii ekibinden Safa Hendem’i de sahnede eşsiz gitar tonlarıyla dinlemek çok keyif veriyor. İyi ki orada olsaydım diyeceğim isim ise Leonard Cohen. Şiirsel bakışa önem vermiş ve şiirle bazenmiş herkese sonsuz bir saygı ve sevgi beslediğimden seçtiğim müzisyenler de böyle sanırım.
Bir düet yapmak istesen kimle olurdu?
*Bu isim kesinlikle Eddie Vedder olurdu :)
Günümüz müzik dünyasında kimleri peki dinlemekten keyif alıyorsun?
Üreten ve ruha dokunan eserler veren sanatçılardan Erkan Oğur, Fazıl Say, Cem Karaca, günümüz alternatif sahnesinden Redd, bireysel çalışmaları ile Doğan Durugibi daha pek çok isim sayabilirim.
Hayatının olmazsa olmazları neler?
Hayatımın olmazsa olmazı, huzur. Huzursuz ortamlarda üretkenliğim de sekteye uğruyor. Beni kendime yabancılaştıran her ortamdan ve insandan bu sebepten uzaklaşan biriyim.
ve son olarak tam da şu anın ruh haline hangi şarkıyı armağan etmek istersin kendine?
Çok keyifli bir röportaj olduğu için mutluyum. Ama ben yine de şairliğimi yapıp hüzne batıracağım ortamı:) Tim Booth- Dance Of the Bad Angels. Bu güzel sohbet için size, değerli okuyuculara ve dinleyicilere sevgilerimi gönderiyorum.