Müzik Ekspres geçen hafta İzmir’den, Karaburun’dan bir müzisyeni konu etti sayfalarımızda bu hafta daha da uzağa, Danimarka’ya yol alıyoruz. Yeni şarkısı “Sultan”ı henüz iki gün önce yayınlayan müzisyen Hilal Kaya konuk ediyoruz sayfalarımızda.
Sevgili Feyyaz Öztufan ilk kez beni tanıştırıyor Kalaha grubu ile. Danimarka’da müzik yapıyorlar ve ekiplerine bir Türk müzisyen’i de dahil ediyorlar, sevgili Hilal’i. Hilal; grubun şarkılarına söz yazıyor ve birlikte şarkıları, konserleri izliyor devamında. Bu buluşma sonrasında hatta kraliyete bağlı Aarhus Jazz Orchestra ile yolları kesişiyor ve bu tüm işler ülkede ve dünya üzerinde önemli ses getiriyor. Tüm bu süreç içine bizler elbette dahil oluyoruz uzaktan.
2022 yılında Küçükçiftlik Park’ta Goran Bregoviç dinlerken bir bakıyorum iki güzel yüz karşımda. Feyyaz ve Hilal ile ilk ve tek karşılaşmamız orada oluyor. Kalpleri ve enerjileri o kadar güzel ki “lütfen bir gün burada sizi de dinleyelim” dileklerimi bırakıyorum oraya, bir gün için umudum var ki ülkemizde de önemli sayıda bir dinleyicileri var çünkü. Hilal için sorularımı hazırlarken aslında başka başka yanlarını da keşfediyorum, mesela onu ilk kez Haluk Levent’in bir albümünde sesini duyduğumuzu bilmiyordum. Bu benim için en büyük sürpriz oluyor.
Hilal söyleşimizde de diyor, bu tüm ekip süreci resmi bir bağlılık değil yani bir yerde misafirlik ki geçtiğimiz sene içinde de ilk kez solo şarkısıyla karşımıza çıkıyor. “Perişan” isimli şarkısı keyifli bir aşk ile eşlik ediyor sonbahara demiştim şimdi de yeni şarkısı “Sultan” için benzer bir cümle kuracağım ilk olarak, keyifli bir aşk ile merhaba diyor ilkbahara. Danimarka’da bir Türk kızı dünden bugüne çok önemli işler yapıyor ve büyük alkışlar alıyor özetle. Biliyorum ki her defasında heyecanlanacağım ve yeniden karşılaştığımızda bir kere daha sarılacağım. Yolun hep açık olsun Hilal, kalplerde ayrı bir gurursun, ayrı bir heyecansın. Her daim bekleriz ve bize sayfalarımıza vakit ayırdığın için çok teşekkür ederiz.
Kadri Karahan
Hilal Kaya – Feyyaz Öztufan – Kadri Karahan
Sevgili Hilal, Danimarka’da yaşayan Sivaslı bir aileden geliyorsun ve ilk müzik eğimini de orada alıyorsun. Bir süre Türkiye’de de yaşıyorsun hatta. Şimdi öncelikle o yıllara bir dönelim istiyorum ve müzikle ilk tanışıklığından başlayalım ilk aldığın eğitimden, ilk deneyime özetle ilk yolculuğunun notalarına. Orada bizi ve elbette seni nasıl bir çocukluk, gençlik bekliyor?
Danimarka’nın Herning şehrinde doğdum. İlk müzik eğitimimi gittiğim okulun verdiği müzik derslerinde aldım. Gitar çalmayı orada öğrendim ve zamanla kendimi geliştirerek hem çalıp hem de söylemeye başladım. Ailem Sivas’ın Şarkışla ilçesinden. Ailede doğrudan müzikle uğraşan kimse olmasa da, büyük dedem bir âşıkmış. Küçükken onun eski video kasetlerini izlerdim. O zamanlar sadece merakla bakardım ama şimdio görüntülere bambaşka bir gözle bakıyorum.
Mutlu bir çocuktum ama çok içine kapanık ve sessiz biriydim. Hatta birçok eski okul arkadaşım, benim yıllar sonra sahneye çıkıp konserler verdiğimi duyunca inanamadıklarını söylüyor. 13 yaşımdan bu yana çalışıyorum. Müzik yapmadan önce bir pastanede çalıştım, süpermarkette çalıştım, huzurevinde, kafede, giyim mağazasında… Hayatın içinden, farklı yerlerden geçerek bugünlere geldim.
Bu söyleşi vesilesi ile öğrendiğim bir önemli detay var ki Danimarka konserlerinden birinde Haluk Levent seni dinliyor ve albümünde vokal yapmasını istiyor. Bu sanırım sesinle ilk kez bir albüm üstünde karşılaşmamız da aynı zamanda değil mi? Senin için nasıl bir deneyim oluyor, bugün baktığında o anı, o heyecan nasıl yeniden canlanıyor sen de?
Evet, o gerçekten benim için çok özel bir olaydı. Haluk Levent’in konseri öncesinde sunucu beni sahneye davet etti. Sanırım birileri kulağına ismimi fısıldamış. Ben de sahneye çıkıp bir şarkı söyledim ve bayağı alkış aldım.
Konser sırasında Haluk Levent, “Aranızda bir Hilal varmış, az önce sesini duydum. Acaba bir şarkı daha söyler mi?” dedi. Ben de gittim, gitaristin gitarını alıp iki şarkı söyledim. Sonrasında Haluk Levent çok beğendiğini söyledi ve bana bir albüm yapmak istediğini belirtti. Ben tabii o an büyük bir heyecan yaşasam da, fazla beklentiye girmedim ve hayatıma devam ettim. Yaklaşık altı ay sonra beni aradı ve İstanbul’a davet etti. Ben de gittim ve onun “Dostane” albümü için
vokallik yaptım, ayrıca birlikte bir düet kaydettik.
Her ne kadar albüm sözü tam anlamıyla gerçekleşmemiş olsa da, benim için büyük ve öğretici birdeneyimdi. Hatta birlikte düet yaptığımız “Ya Savaş Ya Da Kaç” isimli şarkıya bir klip bile çektik, ama sonradan yönetmenle yaşanan bir anlaşmazlık yüzünden klip yayımlanmadı diye duydum. Yine de o süreç benim için çok kıymetliydi; hem profesyonel anlamda hem de müzikal yolculuğum açısından önemli bir adım oldu.
Devamında özel etkinliklerde ve küçük festivallerde sahne almaya devam ederken asıl kırılma noktanın Orhan Özgür Turan ile tanışman olduğunu söylüyorsun ki Kalaha grubu için vokal teklifi alıyorsun. Türkiye’de geçirdiğin yıllar, küçük yaşlardan itibaren Türkçe şarkılarla büyümen buna zemin hazırlıyor ve kabul ediyorsun. O güne kadar ekibi dinlemiş miydin, nasıl hazırladın kendini bu ekiple çalışmaya, o ilk adımlar, ilk buluşmalar nasıl gerçekleşti dinleyici ile?
Evet, Orhan Özgür Turan’la tanışmam hayatımı değiştirdi. Aslında ismen birbirimizi biliyorduk. Bir Cumhuriyet Bayramı balosunda sahne alıyorlardı ve beni birkaç şarkı söylemem için sahneye davet etti. O an sayesinde birbirimizi daha yakından tanımış olduk. Aradan 3-4 yıl geçtikten sonra, daha önce adını hiç duymadığım bir grup olan Kalaha, Türkçe müzik yapmak istiyor ve Orhan’a ulaşıyorlar. Orhan’la birlikte “Çok Küstüm”ü yapıyorlar. Hatta ilk başta Orhan
söylüyor şarkıyı ama sonra kendisi diyor ki, “Bu şarkıyı bir kadın vokal okumalı.” Başta buradaki bazı Türkçe okuyabilen kadın şarkıcıların isimleri geçiyor ama Orhan benim adımı öneriyor; düzgün diksiyonum ve Türkçe kelimeleri doğru telaffuz edebilmemden dolayı. Sonrasında stüdyoya giriyoruz ve olaylar gelişiyor.
Açıkçası “Çok Küstüm”ü ilk dinlediğimde ne diyeceğimi bilememiştim. Dört tane safkan Danimarkalı nasıl böyle bir şarkı yapabildi, diye şaşırmıştım. Ama sonra öğrendim ki gitarist doğu müziğine hayranmış, davulcunun 80’lerde gittiği konservatuvarda öğretmeni Atilla Engin’miş, klavyeci ise Barış Manço ve Erkin Koray hayranıymış. Bu yüzden birlikte çalışmalarımız çok daha rahat ilerledi. Onların ne kadar önemli müzisyenler olduğunu başlangıçta bilmemem aslında bana bir rahatlık sağladı. Konserlerimizde insanların tepkilerini gördükçe ve sahne aldığımız yerlerin ne kadar prestijli mekânlar olduğunu fark ettikçe, kimlerle müzik yaptığımı da daha iyi idrak etmeye başladım.
Grupla birlikte biz de tanışıyor oluyoruz seninle ve sesinle. O ilk buluşmamıza vesile “Çok Küstüm” ve devamında “Özgürüm Ben” özellikle dinleyicinin ilgisinin yanında güzel başarılar da getiriyor ekibe. Danimarka ulusal radyolarında ana rotasyona giren ilk Türkçe şarkı oluyor mesela yine ve o dönemde birçok ödüle aday gösteriliyor. “Yılın Grubu”, “Yılın Şarkısı”, “Yılın Bestesi” gibi kategorilerde Danish Music Awards’ta yer alıyor. Bu süreci bu ilgiyi nasıl değerlendiriyorsun?
Evet, Kalaha ile gerçekten çok iyi bir sinerji yakaladık. Mesela Orhanlar o dönem Hudna adında bir grupla Türkçe müzik yapıyorlardı ama daha çok halk müziği çalıyorlardı. Bizim yaptığımız tarzda müzik yapan başka bir grup yoktu. Kalaha’nın orkestrasında yer alan isimler ise Danimarka’nın çok önemli caz
müzisyenleriydi ve onlarca farklı projede yer almışlardı. Bu ekibin bir araya gelip yer yer Türkçe müzik yapması ve benim bir anda ortaya çıkıp onlarla birlikte sahne almam gerçekten büyük yankı uyandırdı.
“Özgürüm Ben”, ritmik yapısı ve taşıdığı elektronik unsurlarla buradaki müzikseverlerin çok ilgisini çekti. Konserlerimizde şarkıya eşlik eden birçok Danimarkalı görüyordum. Şarkıyı yayınlayalı dört yıl oldu ama hâlâ ulusal radyoda çalmaya devam ediyor. Bu süreçte birçok ödüle aday gösterildik. Hatta bazen çok çok ünlü rock gruplarıyla birlikte “En İyi Canlı Performans” kategorisinde ilk üç adaydan biri olarak gösterildik ve bu bizim için gerçekten büyük bir olaydı.
O dönemde “Eymen” isimli şarkımız da hem “Yılın En İyi Şarkısı” hem de “Yılın En İyi Bestesi” dallarında Danish Music Awards Roots kategorisinde aday gösterildi.
Kalaha ile birlikte dört single daha yayınladıktan sonra yine önemli bir projede daha yer alıyorsun. Danimarka’nın en önemli big bandlerinden biri olan Aarhus Jazz Orkestrasi ile tamamı Türkçe olan Tutku isminde bir album yapiyorsunuz ve bu albümde toplam 21 müzisyen yer alıyor. Alman, İspanyol ve Danimarkalı müzisyenlerin yanında tek Türk sensin ve tüm sözleri sen yazıyorsun. Bu albüm de 2022 Danish Music Awards Jazz & Roots’ta dört farklı kategoride aday
gösteriliyor. Hilal buradaki adımları, heyecanını ayrıca merak ediyorum.
Evet, o benim için gerçekten çok büyük bir gelişmeydi. Hiç beklemediğim bir anda Kalaha’dan bir mail aldım. Şöyle diyordu: “Hilal, Aarhus Jazz Orkestrası ile büyük bir projeye giriyoruz. Bize 5 şarkı yazar mısın, 2 ay içinde?” Ben tabii hemen kabul ettim. Şarkıları yazdıktan sonra olayın büyüklüğünü yavaş yavaş idrak etmeye başladım.
Kraliyete bağlı bir konservatuvarın öğrencilerine ödev olarak bizim albümümüzde yer alacak parçaların aranjesi verilmişti. 15 öğrenci, 14 üflemeli çalgı, Kalaha ve ben… İnanılmaz bir histi. Sonra Tutku albümünü yayınladık ve bütün ekip olarak birlikte çok güzel konserler verdik. Albümle birlikte tam 4 ödüle aday gösterildik. Maalesef ödül kazanamadık ama birçok eleştirmen en az 2 ödül almamız gerektiğini söyledi. Bu kadar büyük bir orkestrayla, böyle bir kolektif ruhla çalışmak benim için gerçekten unutulmaz bir deneyimdi.
Tam da burada şunu merak ediyorum. Bir Türk kızı dünyanın bir diğer ucunda çok önemli işlere imza atıyor. Tüm detayları bizler uzun uzun bilemesek de elbette çabanı, emeğini görebiliyoruz. Peki tüm bu önemli işler devamında nasıl ses buluyor mesela biz seni, sizi, bu projeleri ülkemizde neden dinleyemiyoruz. Oralardaki övgüler, alkışlar mükemmel. Peki bunun Türkiye’deki yankısı sana geri dönüşleri nasıl oluyor?
Evet, yurt dışında özellikle Danimarka’daki bütün önemli sahnelerde Kalaha ile çaldık, şimdi ise kendi ismimle de buna devam ediyorum. Türkiye’de müziğe ve müzisyene bakış açısı çok farklı. Ben buradaki radyolara bizzat kendim mail atıp “Yeni bir şarkı yayınladım, ekibim şu kişilerden oluşuyor, beğenirseniz çalabilirsiniz” diyebiliyorum ve gerçekten de çalıyorlar.
Ama Türkiye’de işler biraz daha farklı yürüyor. PR’cılar işin içine giriyor, konser alanları “no name” isimlere pek şans vermek istemiyor. Menajerler ve festivaller, ülkenin kendi dinamiklerine göre bir sistem belirlemiş ve bu böyle devam ediyor. Ekonomik şartlar da bunda büyük bir etken ama kimileri sosyal
medyadaki takipçi sayısına göre bile müziği değerlendiriyor.
Burada böyle şeyler gerçekten önemli değil. Müziğin iyiyse ve biraz farklı bir şeyler yapıyorsan, sahnelerde her zaman yerin var. Ama elbette en büyük hayalim Türkiye’de bir turne yapmak. Türkiye’de beni dinleyen insanlar var. Bana çok güzel mesajlar yazıyorlar, ben de hepsine cevap vermeye çalışıyorum. Hatta Ekşi Sözlük’te bile adımı görmüştüm. Müziğimin dilini bilen, anlayan insanların geri dönüş yapması benim için bambaşka bir mutluluk.
Kalaha ile çalışmaların devam ederken bir yandan da solo projelerin de karşımıza çıkıyor ki geçtiğimiz sene yayınladığın “Perişan” mesela Danimarka radyolarında beş ay boyunca ana yayıda yer alıyor. Bu başarı sana önemli festivallerde (Resonator Festivali, SPOT Festivali, Vinter Jazz, Folk&Fæstival, Copenhagen Jazz Festivali) sahneler sunuyor. Biraz bu şarkını konuşalım. Böylesi bir başarı bekliyor muydun. Süreci nasıl gelişti şarkının ve devamında bir
sonraki yeni şarkına nasıl hazırladı seni bu başarın?
Evet, Kalaha ile konserlerim hâlâ devam ediyor. Sonbaharda birlikte çalacağız ama birlikte yeni müzik yapar mıyız, henüz bilmiyorum. Onlar özünde enstrümantal bir grup ve ben hiçbir zaman grubun sabit bir üyesi olmadım, 5-6 sene birlikte çalmış olsak da. “Perişan” burada gerçekten çok ses getirdi. Şarkıyı gitarımla yaptım ve sonra bir programla bilgisayarda bir taslak hazırladık. “Tutku” albümünde birlikte çalıştığımız bir aranjörle aranjesini yaptık. Ardından Orhan Özgür Turan’la birlikte, onun da içinde yer aldığı çok tecrübeli bir ekip kurduk. Bu ekiple “Perişan”ı yaptık ve yayınladık. Açıkçası bu kadar ilgi görmesini beklemiyordum.
Tek bir single yayınladık ve biri Almanya’dan olmak üzere iki farklı şirketten albüm teklifi aldım. Birçok konser kanalı açıldı. 2 Mayıs’ta Spot Festival’de
çalacağız. Bu festival, Avrupa’nın en büyük festivallerinden biri. Ama asıl unutulmaz olan Resonator Festivaliydi. Ekibim tamamen yeniydi ve inanın bana, “Perişan” dışında elimizde tek bir şarkı bile yoktu. Geçen sene Eylül’de şarkıyı yayınladık, bir ay sonra festivalden “Kasım’da çalmak ister misiniz?” teklifi geldi.
Geçmişte kaydettiğim demolardan da faydalanarak, sadece 35 gün içinde sıfırdan 7 yeni Türkçe şarkı yaptık. “Sultan” da bunlardan biriydi. Konsere 10+1 şarkılık bir setle çıktık ve konser gerçekten çok iyi geçti. Şubat ayında verdiğimiz ikinci konserimin biletleri tamamen tükendi. Bunların hepsi, gelecekte yapacaklarım için çok güçlü referanslar oldu.
Caz, rock ve dünya müziğini dinlemeyi ve söylemeyi ama aynı zamanda Türk sanat müziği, Türk halk müziği ve geleneksel müziklere de büyük bir ilgi duyduğunu biliyorum. Bu çeşitlilik doğal olarak yaptığım müziğe de yansıyor ve bu karışımlardan çıkan sonuç seni mutlu ediyor. ve bir yerde diyorsun ki “nostaljik bir sound ile çalışıyorum, ancak bu özellikle çabaladığım bir şey değil; içimden geldiği gibi üretiyorum”. İşte bu kısmı şimdi biraz konuşalım, söz yazarı ve besteci yanını, ilhamlarını, nasıl doğuyor bir şarkı, nasıl hayata geçiyor sen de?
Bahsettiğin kategoriler, dinlemeyi çok sevdiğim ve aynı zamanda bana ilham veren türler. Bu kategorileri birbirine karıştırdığımda, deneysel bir tür ortaya çıkıyor. Zaten 70’lerde rock ve funk müzikler de bu kategorilerin harmanlanmasından çıkmış. Demek istediğim şu; çalışmalarımı illa pazarda bir kategoriye girsin diye ya da 70’lere benzesin diye ekstra bir uğraş vermiyorum. Dinleyici kimliğim beni buna itiyor sanırım. Yani aslında, kısacası benim elimden bu geliyor.Yeni, sıfırdan bir müzik yaparken önce dilime dolanan bir melodi üzerinden, A, B ve C hatta bazen D olmak üzere en az 3 farklı bölüm yapmaya çalışıyorum. Sonra gitar çalıp akorlarını buluyorum, ardından müziğin üstüne mırıldanıyorum ve sözleri yazmaya başlıyorum. Bana müziğin verdiği hissiyat, beni bir anıma ya da bir hikâyeye itebiliyor. Öylelikle devamını getiriyorum.
Yeni şarkın “Sultan” ile Anadolu ve Orta Doğu’nun melodik öğelerini, pysch-rock ve funk tınıları ile harmanlıyor ve gerçeklik ile hayal arasındaki çizgide yaşayan bir kadının dünyasına konuk ediyorsun bizi. Nasıl bir karakterde bu kadın ve tam olarak neyin hikayesini anlatıyor. Bu çarpıcı sözlerden sürükleyici bir dans şarkısına nasıl hayat buluyor sonra yaşananlar Şarkı henüz çok yeni ama neler olacak, sana neler hissettirdi ve bu şarkı ile bir bahar / yaz nasıl karşılanacak?
“Sultan” benim için çok önemli bir iş. Yoğun duygularla yaptığım bir şarkı. Sultan aslında gerçekte yaşayan bir kadın. Ailesinin Sultan’a bir şarkı yapıldığından haberi var. Onunla ilgili bildiğim en güzel şey, dans etmeyi çok sevmesiydi ve bu şarkı, o dansına devam etsin diye yapıldı. Çok fazla detay vermek istemiyorum ama o, gerçekten çok özel bir kadın. Benim onu gördüğümde aklıma gelen ilk şey, hayata cevabını dans ederek veriyor oluşuydu. Çok istiyorum tabii, insanlar dinlesin ve sevsin Sultan’ı… Ve ben zamanla sevileceğini umuyorum.
Ve gelelim son olarak hayatına dünden bugüne eşlik eden şarkılara ve seslerine. Müzik dünyasında kimler sana ilham oldu bu yolculukta, kimleri dinledin, günümüz müzik piyasasını nasıl değerlendiriyorsun? ve elbette sormadan olmazdı bir Türk müzisyen olarak orada nasıl bir çerçevedesin, oradan burayı nasıl görüyorsun.
Müzeyyen Senar’ı çok seviyorum, Erkin Koray’ı birçok yönden ilham kaynağı olarak görüyorum, Kamuran Akkor’u çok seviyorum, 3 Hürel’i çok seviyorum, Barış Manço’yu çok seviyorum ve Tülay German’ı çok seviyorum. Ama en önemli esin kaynağım Azerbaycan halk müziği. Onların tınısı beni derinden etkiliyor.
Şu an için Türkiye’nin hem sanatsal, hem toplumsal olarak özüne dönmesi gereken bir dönemde olduğuna inanıyorum. Bu belki mümkün olmayabilir ama insanların toplumsal olaylarda, felaketlerde dahi bir rant beklentisine düşmesi bizim halkımızın gerçek yüzünü yansıtmıyor. Son 10 yılda bunun gözle görülen bir problem olduğuna inanıyorum. Bence buna başlangıç olarak Anadolu insanının ve Anadolu kültürünün medya tarafından ön plana çıkarılması gerekiyor. Yani ana akıma Anadolu kültürü ve Anadolu insanının özündeki saflık ve sevgi yeniden aşılanmalı. Bunun millet olarak bize iyi geleceğine inanıyorum.