EDİTÖRDEN
Anasayfa / SÖYLEŞİLER / Alişan Özaydın

Alişan Özaydın

Yaklaşık bir sene kadar önce yayınladığı yeni şarkısı üzerine aramızda geçen sohbetimizde artık bir söyleşi yapmanın zamanı geldi ve geçiyor demiştim. Kardeşi ile birlikte hayata geçirdiği Griiyyy projesi ile ilk kez tanımıştım kendisini ve devamında solo projeleri ile karşımıza çıktı sevgili Alişan Özaydın. Bir sene sonra yeni şarkısı “Saatin Kuşu” ise bize o dünü hatırlattı ve dedik ki hadi bir vesile olsun ve bir süredir hayata geçirmediğim “Haftanın Söyleşisi”  sayfalarımızda yeniden sizlerle buluşsun.

Uzun bir süre kurumsal sektörde çalıştıktan sonra aldığı kararla Karaburun’a yerleşiyor müzisyen ve orada kendine ait bir dünya kuruyor. Bu birçok kişinin hayal ettiği ama gerçekleştiremediği bu yeni yaşam onu çok sevdiği müzikten koparmıyor aksine daha da yaklaştırıyor. Söz ve beste çalışmaları devam ediyor ve birbiri ardına single yolculuğu devam ediyor. Derken sosyal medya sayfasından da hayatının diğer keşiflerini öğreniyoruz, mesela doğa ile iç içeliği eşliğinde ilhamı bize güzel karelerle, videolarla dönüyor. Özetle Alişan kendi harikalar diyarında hayatının en güzel baharında bir süredir.

Yeni şarkısı “Saatin Kuşu” yine zamanın peşinde bir hikaye. Henüz çok yeni yayında. Geçmişin izlerini, kaçınılmaz sonları ve insanın zamana karşı çaresizliğini etkileyici bir dille ele alıyor ve yoğun duygusal atmosferiyle dikkat çeken şarkı, dinleyicileri içsel bir yolculuğa çıkarıyor. Bir yerde baktığımızda adeta hayatının bir özeti olabilir, bir tür içsel yüzleşmesi ama kendi yanımızdan da aslında hepimizin de bir hikayesi, biz de bir yerinde sürecimizi özetleyebiliriz bu şarkının içinde.

İşte bu söyleşide de hepsini konuşalım istedim ve sözü ona bıraktım, dünden bugüne müzik yolculuğunu ilk kez uzun uzun dinledim, yayınladığı şarkıların ondaki hikayelerine dokunalım istedim ve hayatının tüm renklerine bir söyleşi dokunup sizi de ortak kılmayı diledim. Bir şekilde durup dururken iki adam iki arkadaş birbirine selam verdi ve uzun uzun konuştu bu yeni şarkısı vesilesi ve şimdi karşınızda o söyleşi. Elbette yeniden görüşelim, bize hayatının güzel renklerini ve seslerini her daim sunmaya devam etsin sevgili Alişan.

Kadri Karahan

 

 

İnstagram

Youtube

Twitter

 

Bugüne kadar şarkılarının sürecinde birçok kere yolumuz kesişti ama hiç uzun uzun konuşmadık. Bugün öyle yapalım ve en başa dönelim istiyorum ve seni biraz daha yakından tanıyalım. Müzikle ilk tanışman ile başlayalım mesela ilk kez kurduğun o dostlukla?

Belki bir 15 sene önce 1987 yılında İzmir’de dünyaya geldim diyerek klasik sıkıcı bir başlangıç ile bu biyografiye başlarken ve kendimi bildim bileli müzik ile iç içe olduğumu yazacakken yine bir klişe cümle kuracağım hiç aklıma gelmezdi. Evet gerçekten de öyle oldu, geriye baktığımda şimdi size anlatacaklarımla bunu göstermeye çalışacağım.

Hiçbir şeyin farkında olmadan bir Ocak sabahı dünyaya geldiğimde, gelecek 38 senemin müzik ile paralel ilerlemesini sağlayan iki insanla tanıştım. Biri, gözlerimi ilk açtığım anda gördüğüm annemdi. Annemin yaşadığı her olay karşısında buna bir şarkı ile karşılık vermesi melodilerle tanıştığım ilk anlardı. Sonra ki süreçlerde biri ile daha tanıştım ki; o da bana yarattığı güzel ezgiler ve sözler ile sağlam bir müzik temeli oluşturmamı sağlayan dedemdi. Ailemin çalıştığı sürelerde beni sürekli bıraktıkları dedem ve anneannemin evi tam bir müzik akademisiydi. Günün her saati müzik vardı bu evde. Ben kendimce oraya “müzikli ev” adını takmıştım ki; sabah açılan radyodan gelen sesle güne başlar, dedemin ud ile yaptığı beste çalışmaları ile gün devam ederdi. Şimdi gün yüzüne çıkardığım melodilerin temelini o zamanlar oluşturduğumdan habersiz bir şekilde, kulaklarım notalar ve eski Türkçeden yazılmış şiirlerle doluyordu. Arada enstrümanları ile ziyarete gelen dedemin arkadaşları sayesinde de birçok müzik aletini tanımış ve deneyimlemiş oldum bu sayede. Sonrasında ise bunu izlediğim konserler ve birçok sahne deneyimine tanık olma şansı perçinledi.

İlkokul sonlarına doğru geldiğimde ise kendi şarkılarımı yapıp seslendirme hayali sardı içimi, artık duyduğum şarkılar beni tatmin etmiyor ve bana bir anlam ifade etmiyordu. Kendi sözlerimi ve hikayemi anlatmam gerekiyordu. Bunun için başlamış olduğum org kursu ile minik bir adım atmıştım. Ama sanki org ile aramızda bir sorun vardı ve bir türlü anlaşamıyorduk; ta ki izlediğim bir okul konserinde o altı telli meret ile göz göze gelene kadar… Babama yaptığım ısrarlar sonucunda kavuşmuştuk. Sonrasında 1yıl içinde sağdan soldan topladığım gitar metotları ile hayalini kurduğum çalışmalara başlama fırsatım oldu.

Ortaokul yılları, yaz dönemlerinde Urla Çeşmealtı’nda başlamış olduğum canlı müzik serüvenim, lise yıllarında sınıfın içinde devam etti. Lisede derslerim pek parlak değildi ve ilk yılımda üniversiteye girmeye hak kazanamamıştım. Sonrasında annemlere haber gitmiş olacak ki, TRT Stajyer Radyo Sanatçılığı için bir seçme olacağını öğrendik. TSM ne kadar beni o güne kadar hazırlamış olsa da, kendimi ifade edebileceğim bir tarz olmamasına rağmen seçmelere gittim. Hatta gidip seçmelerden kaçtım ve dedemin evine döndüm. Dedem tekrar orada benimle bir konuşma yaparak beni ikna etmiş etti ve seçme bitmeden yeniden TRT İzmir binasına gidip son kişi olarak seçmelere girdim, böylece kazandım. Arkasından bir yıl boyunca çok güzel bir eğitim aldım. Bir yılın ardından üniversite sınavını kazanarak üniversiteyi başka bir yerde okumam gerektiği için TRT ile vedalaşmak zorunda kaldım.

Üniversite yıllarında İzmir’den Kıbrıs’a beraber gittiğim ikiz dostlarımla ”Epifani” adında bir grup kurduk ve 5 yıl boyunca Kıbrıs’ta çeşitli mekanlarda ve okul grubu olarak okul etkinliklerinde performans sergiledik.

Mezuniyet sonrası döndüğüm İzmir’de çok uzun bir zaman mezun olduğum dalda iş bulmak, çalışmak ve yükselmekle geçti… Müzikle arama bir soğukluk girmişti o ara… Enstrümanım da bana küsmüştü sanki bir kenarda bana bakıp… Nasıl olsa bir gün ona döneceğimden emin bir şekilde bekliyordu. Haklıymış da…

Kurumsalda çalışmak ve mücadele etmek veya savaşmak da diyebiliriz. Ruhen ve zihnen çok yorulduğum dönemlerdi. İç sesimle sürekli kavga halinde uzun bir süre mücadele ettim o dönemler. Bammm…. Sonrasında bir sabah iç sesim bir darbe yaptı bana… Hatta kenarda duran gitarımın da bu darbede iş birliği içinde olduğundan da çok eminim. Ve ikisi beni hayata yeniden döndürdü.

 

 

Ekspres notlarıma dönecek olursam seninle ilk kez karşılaşmamız Griiyyy ile oldu. Kardeşin ile birlikte pandemi sürecinde yan yana gelmiş ve “İki kardeş olarak kişiliklerimizi ve zevklerimizi siyah ve beyaz olarak ayırdık. Müzik de bizi ortak paydada birleştirdiği için siyah ile beyazın karışımı haline geldik. Kendimizi “Griiyyy” olarak adlandırdık.” demiştiniz. Biraz o süreci dinleyebilir miyiz?

Pandemi dönemi herkese olduğu gibi kardeşimle bizi de boşluğa düşürmüştü. Köye yerleşmeye karar verdiğimiz bir dönemdi. Sürekli bir şeyler çalıp söylüyorduk. Pandemi bizde “Griiyyy”’i meydana getirdi. İki kardeş, siyah ile beyaz olarak başladığımız bir serüvendi Griiyyy. Bizi yaş farkına rağmen uzun bir aradan sonra birleştiren bir nokta oldu. Ve bunun sonucunda da “Tersinden Anlama”, “Umutsuzluk Sendromu” ve “Bırak” şarkılarını birçok kişiye emanet etmiş olduk.

Pandemi sonrası herkesin işine gücüne dönmesiyle birlikte, hala o hikayelerimi anlatma, kendi şarkılarımı çalma hissi beni solo olarak yayın yapmaya itti. Ben hikayelerimi anlatayım, ihtiyacı olan bulur dedim… İlk olarak kurumsalı bırakıp, köy yaşamına ve çiftçiliğe başladığım Karaburun Badembükü Ovasındaki yaşamımı anlatan “Günlük” şarkısı ile başladım.

 

 

İlk solo buluşmamız olan “Günlük”te, yaşadığın Karaburun’da geçirmiş olduğu günleri ve yanındaki sevdiği insanlarla olduğu yerin boyutunun nasıl değişebileceğini anlatmaya çalışmıştın ve şu cümleleri kurmuştun: Normalde her gün birbirinden farksız olan kırsal bir yer düşünün ve uzun süredir oradasınız. Böyle bir yerde sevdiğiniz insanlar da yanınızda olur ise, orasına farklı bir bakış açısı getirebilirsiniz.

Genel olarak yalnızlık temasını şarkılarında işlediğini de eklemiştin genel olarak. Burada mesela şarkılarının hayata geçiş sürecini konuşabiliriz. Bir müzisyen olarak hassasiyetini ve devamında bir şarkının sürecini, kaleme alınışından o son notaya kadar eklenene kadar geçen sürecini. Orada nasıl bir yolculuk yaşıyorsun peki ya da nasıl bir yalnızlık?

Çocukken kendimi çok yalnız hissederdim. İleride de etrafımda kimse olmazsa ne yaparım diyerek içimde yalnız kalma korkusu geliştirmiştim. Hayatın ilerleyen zamanlarında yalnızlık hoşuma gitmeye başladı. Biraz düşününce yalnızlığın fobi değil hobi olabileceğini ve beni motive edebileceğini düşündüm. Üretim sürecinde de benim çok büyük ortağım oldu diyebilirim. Bu zamana kadar şarkılarımı yaparken hiç hissetmediğim yalan bir şeyi oluşturmaya çalışmadım. Belki de bu beni ve şarkılarımı geride tutmuş olabilir. Genellikle beni etkileyen, yaşadığım olaylar üzerine yazmaya başlıyorum. Bu belki 10 dakikada sonuç veriyor, bazen de sonuçlanması uzun zamanlar alabiliyor. Üretim anını nasıl anlatabilirim bilmiyorum. Değişik bir his sizi rahatsız etmeye başlıyor ve susmuyor; ta ki oturup bir şeyler mırıldanıp, karalayana kadar.

 

Kendi şarkıların ile yola devam ederken gelen bir proje deni heyecanlandırdı ve “Aşıklar Gece Ölür” romanına yaptığım “O Son Gülüşün” isimli şarkıyı bir yerde hayatının bir dönüm noktası kabul ettin. İlk defa bir başkasının hislerine şarkı yapmıştın ve proje albümde çok değerli isimlerle yan yana gelmiştin. Bu süreci biraz anımsayalım mı?

Aşıklar Gece Ölür… O Son Gülüşün ve Gülşah Elikbank… Hayatımda çok şeyin değiştiği bir dönem oldu. Yıllardır sakladığım bir nakaratın Gülşah’ın bir şiiriyle bütünlenmesi… İyileşir mi Kalbim’i ve sonrasında yine bir Gülşah Elikbank şiiri olan keyifli bir İstanbul şarkısı “Hatırla’yı ortaya çıkardı. Ve ihtiyacı olanlar için yayınlandı.

 

“Bir gece otururken ağaçların arasından gelen baykuş seslerini duydum ve kendimle, hayatımla betimleme yaparak şarkıda baykuşu tanımladım” dedin ve gelelim gelelim Baykuş’a. Ve evet yine pandemi sürecindeyiz değil mi?

Evet; “Baykuş” benim yine o dönem yapmış olduğum, yapmış olduğum demeyelim de; bir kuş tarafından bana yaptırılan bir şarkıydı. Evet, doğru okudunuz şarkıyı kuş yaptırdı. Karaburun’da bulunan evimizde bir gece yarısından sonra karşımızdaki eski Osmanlı mezarlığından gelen bir Baykuş sesi… O anlattı, ben yazdım. Ona tercüman oldum da diyebiliriz. Baykuş’u yayınlamamın hikayesi de enteresan. Yine Karaburun Badembükü Ovasın’da köyümde deniz kenarında bir kafede keşfedildi. Yıllarca o kadar insan kalabalığı arasında, hikayelerimi kimseye ulaştıramazken, ıssız o sahilde gerçekleşti bu buluşma.

 

“Benim için şarkı söylemek ile şarkı anlatmak arasında çok fark var. Söylenen şarkı dinleyenini, anlatılan şarkı ise hissedenini buluyor.” dedin ve kendi sözlerine, bestelerine bir şarkılık mola verdin. Bu süreçte senden ilk kez bir cover şarkı dinledik. Bir Sezen Aksu şarkısı olan “Biliyorsun”. Ama neden bu şarkı bilmiyoruz ve yanıtını alalım istiyoruz?

Girişte size ilk tanıştığım kişiden, annemden bahsetmiştim. Annemin bir Sezen Aksu hayranı olduğuna, hatta “Sende benim kadar gerçekleri biliyorsun” diyerek çoğu kızdığı kişiye cevap verdiğine şahit oldum. Bir cover yapman lazım dediklerinde de ilk aklıma gelen şarkı bu yüzden “Biliyorsun” oldu.

 

“Bulut ile Ay Işığı” şarkının da güzel bir yolculuğu oldu. İlk kez canlı olarak Uluslararası Mitoloji Film Festivali’nin düzenlediği “Mitoloji ve Uyanış” söyleşisinde Aziz Vukolos Kilisesin’de seslendirdin ve bir yola devam şarkın olarak karşımıza çıktı. Ayrıca klibini de sen çektin ve bu şarkılar sana yönetmen kimliği de kazandırdı zaman içinde.

“Bulut ile Ay Işığı” benim kişisel gelişim şarkım oldu. Umutsuzluğa kapıldığım bir dönemde köy evimde otururken gökyüzüne baktığımda gördüğüm yalnız bulut ve üzerine yansıyan ay ışığı bu şarkıdaki ilhamım oldu. O bulutun pusulası ay olmuştu. Bulut bana zamanla değiştiğini ve ayın ışığı ile yolunu bir şekilde bulduğunu anlattı orada. Çoğu insanın bir hayalinin olmaması ve umutlarının git gide tükendiği bir dönemde yol gösterici olabileceğini düşünerek kişisel gelişim şarkısı olabileceğini düşündüm. Bana umut olan “Bulut ile Ay ışığı” benim gibi düşünen insanlara da olabilir, iyileştirebilir.”

 

 

ve gelelim en yeni şarkına. Bir sene kadar bir ara verdin ve “Saatin Kuşu” ile yeniden bizimle birliktesin. Şu paylaşım ile yolculuğu başlıyor şarkının: Kişinin, geçmişiyle ve unutmaya çalıştığı biriyle içsel bir hesaplaşma yaşadığını hissediyorum. Ama bu, yalnızca bir üzüntü değil – aynı zamanda bir kabullenme ve içsel bir kapanış süreci de var. Rüyada bir vedalaşma, gerçekte yaşanamayan bir sonu yaşatma isteği gibi.
Genel olarak mutsuz bir süreçten geçiyoruz, aslında bir süredir de bu durum böyle. Peki sen ne kadar mutlusun, içindeki çocuk ne kadar mutlu? Mesela zamanı biraz geriye alsak pişmanlıkların var mı ya da keşke şöyle olsaydı dediğin şeyler? Ya da iyi ki böyle dediğin anlarına, bugünlerine bakalım. Hayat sana neler sundu, bir müzisyen olmanın bu ülkede tanımı nedir, sendeki yeri nedir, müzik / müzisyen olmak özetle nasıl bir kalp işidir?

Evet bir sene bir boşluk oldu. Bu süreçte de hep ürettim fakat sürecin bizi sürüklediğini düşündüm. Ben her hafta dinlenmem artsın diye şarkı paylaşmak istemiyorum daha açık söylemem gerekirse. Biraz da sistemin dışına atmak istedim kendimi. Bağımsız olarak ta şarkı yayınlama kararımbu yüzden oldu.

“Saatin Kuşu” beni çok derinlere götüren bir şarkı oldu. Hatta yazarken film şeridi gibi hayatım gözümün önünden geçti diyebilirim. Aslında bu bir kişiye yazılmış bir şarkı değil, zamana yazılmış bir şarkı. Her şey o kadar hızlı ilerliyor ki, biraz önce konuştuğumuz yalnızlıkta “Saatin Kuşu” nu yazarken yine işbirlikçim oldu. Şarkının içinde her şey var. Sisteme, kaybettiklerimizi yazılmış bir şarkı. Hayata başka bir açıdan bakarak “Zaman en büyük ilaç” söyleminin biraz anti tezi gibi bir şey diyebiliriz.

Bizi hipnotize eden, durmadan bir yerlere yetişmeye, elde etmeye çalıştığımız, kayıplar yaşadığımız girdap oldu bu şarkıda zaman…

Daha geniş bir perspektiften baktığımızda genel olarak sanat bu ülkede zor oluyor diye düşünebiliriz. Her olaydan ilk etkilenenler genellikle kültür sanat sektörü oluyor diyebiliriz. Aslında üreten bir sanat işçisinin önemi de bu zamanlarda da öne çıkması gerektiğini düşünüyorum. Yazmalıyız, çizmeliyiz, söylemeliyiz, üretmeliyiz bulunduğumuz dönemi ve yaşadıklarımızın ileriye ışık tutmasını sağlamalıyız. Burada en çok iş biz üretenlere düşmekte… Yakın zamanda kaybettiğimiz çok sevdiğim şarkı yapım atölyelerinde birlikte çalışma fırsatı bulduğum ustam İrfan Abi (İrfan Alış)’nin de dediği gibi havaya üretim yapmamamız lazım.

 

 

Ve yine merak ettiğim bir soru daha? Tüm bu yolculuğunda sana kimlerin ilham olduğuna ya da kimleri dinleyerek ruhunu hep beslediğine. Bir şekilde müziğin de geldiği sürece uzanalım mesela? Dünle bugün arasında sen nasıl bir geçiş yaşadın. Bugün baktığında kimler sana hala eşlik edebiliyor, kimleri keşfettin ve bugün müzik dünyamızın geldiği süreci nasıl değerlendiriyorsun?

Daha önceki dönemlerde de hep söylemişimdir. Genellikle şarkı söylemeyi değil de şarkı anlatmayı çok önemsiyorum ve seviyorum. Fikret Kızılok, Bülent Ortaçgil, İrfan abi ve Peyk, Pinhani çok dinlediklerim. Her hafta yeni çıkan şarkıları isim gözetmeksizin dinlemeye çalışıyorum. Çok güzel şarkılara denk geliyorum. Fakat algoritma mı? Sistem mi ? bilmiyorum hep geri planda kalan işler oluyor.

 

 

Şöyle bir toparlayacak olursak kurumsal yaşamdan sıyrıldın ve doğal, tertemiz bir hayatı seçtin ama tüm bu süreçte kendini soyutlamadın ve her geçen gün üretimin sana yeni ilhamlarla, doğanın o eli, rengi ile devam etti. Paylaşımlarına bakıyorum, balık tutuyorsun, safari yapıyorsun, fotoğraflar çekiyorsun. Bizi lütfen daha çok kıskandır ve devamında hayatının diğer heyecanlarını, mutluluklarını söyle. Konuk et son bir kez bizi hem iç hem dış dünyanda ve ne bileyim bir şiirle mesela veda edelim bu söyleşiye ya da seçeceğin bir şarkı ile ve elbette dinleyicilerine güzel de bir mesajla bu zor zamanlarda?

Ahh.. Çok teşekkür ederim Kadri Abi… Karaburun Badembükü Ovasındayım… Her zaman beklerim…

Video ve fotoğrafa çok ilgim var ve sürekli bir şeyler çekmek hoşuma gidiyor. Merak eden okurlar olursa İnstagram hesabım herkese açık oradan da paylaşım sık sık yapıyorum. Saatin Kuşu çıkmadan hayatı dolu-dolu yaşamaya çalışıyorum da diyebiliriz.

O zaman şöyle geçenlerde yazdığım kısa bir paylaşım yapabilirim :)

 

Sanmayın ki, bi masal bu…

Anlatmazsam ben suçluyum…

Öyle bir diyar gerçekten var…

 

Pusulası yön göstermez,

Yolu yoktur hiç bekleme gelmez…

Öyle bir diyar gerçekten var…

Diyerek ve son olarak ta sana çok teşekkür ediyorum. . 1 sene sonra ilk röportajım seninle oldu. Sanırım senin de ufak bir aran vardı ve tekrar benimle yazılarına geri döndüğün için bu röportajın benim için önemi daha da arttı. Böyle dönemlerde bir birimizi motive etmemizde çok kıymetli oldu

Çok keyif aldım ve sayende doğduğum günden bu zamana kadar neler yaşadıklarımı hatırlamak güzeldi.

 

 

Yaklaşık bir sene kadar önce yayınladığı yeni şarkısı üzerine aramızda geçen sohbetimizde artık bir söyleşi yapmanın zamanı geldi ve geçiyor demiştim. Kardeşi ile birlikte hayata geçirdiği Griiyyy projesi ile ilk kez tanımıştım kendisini ve devamında solo projeleri ile karşımıza çıktı sevgili Alişan Özaydın. Bir sene sonra yeni şarkısı "Saatin Kuşu" ise bize o dünü hatırlattı ve dedik ki hadi bir vesile olsun ve bir süredir hayata geçirmediğim "Haftanın Söyleşisi"  sayfalarımızda yeniden sizlerle buluşsun. Uzun bir süre kurumsal sektörde çalıştıktan sonra aldığı kararla Karaburun'a yerleşiyor müzisyen ve orada kendine ait bir dünya kuruyor. Bu birçok kişinin hayal ettiği ama gerçekleştiremediği bu…

Genel Bakış

0

Kullanıcı Oylaması: 4.59 ( 3 oy)

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*