EDİTÖRDEN
Anasayfa / SÖYLEŞİLER / Emre Oktayoğlu

Emre Oktayoğlu

Yeni bir yıl birbirinden şahane albümlerle karşıladı bizi. “Yüzündeki Güneş” isimli ilk albümünüz de henüz çok yeni kapımızı çaldı ve biz de bu vesile sizin kapınızı çaldık ve uzun uzun konuşalım istedik yolculuğunuzu.
“Bu albüm fikren çok öncelere dayansa da taptaze şarkılar içeriyor” demişsiniz albüm yazınızda. Biz biraz daha öncesine gidelim ve müzikle yolunuzun o ilk kesiştiği zamanları sizden dinleyelim. Her şey ne zaman başladı, bugüne kadar olan yola çıkmak için o ilk adımlar ne zaman atıldı?

Öncelikle teşekkür ederim, çok memnun oldum kapımı çalmanıza. Müzikle ilk tanışmam ailecek gerçekleştirdiğimiz buluşmalarda oldu. Annemin piyanoya dayımın akordeona geçerek şarkılar çalması ve anneanemin baş köşeye kurulup şarkılar söylemesi benim çocukluğum için sıradan bir gecenin özetiydi. Derken ilkokul 1. Sınıfta kulağıma okulda bale kursu olduğu çalındı. Anneme “bale kursu varmış” dedim. O da “tabi” dedi, “ama istersen blok flüt kursu da var”. Derken ben kendimi blok flüt kursunda buldum. Bir sene sonra da evde piyano dersi almaya başladım. Blok flüt kursu koşulları gereği çok verimli olmamıştı ama piyano dersleriyle birlikte müzisyenliğin hayatımda olacağı kendini belli etmişti. Hiç sesli dile getirilmiyordu çünkü yine de “altın bir bileziğin olsun da sen yine de müziğini yap” ekolüyle büyümüştüm. Ama bu, benim hayallerini kurmaktan öte bildiğim bir gerçekti. o günlerden itibaren özellikle 90’lar pop furyasıyla -ki benim 10’lu yaşlarıma denk gelir- ben bu yola kendimi sokmuştum. Lise yıllarımda besteler yapmaya başladım. Üretimin gücüne çok inanıyordum. Var olan şarkıları çalıp söylemek güzeldi ama ben “çok güzel piyano çalıyorsun” övgülerini çok ciddiye almıyordum. Melodiler üretiyor olmak çok daha cezbedici geliyordu. Okul tiyatro grubu için yaptığım oyun müzikleriyle ciddi anlamda atılmış oldum bestecilik hayatıma. O günlerden beri besteler yapıyorum, sözler yazıyorum. Bazıları çok kötü de oluyor. Kendimce farklı yöntemler deniyorum, geliştiriyorum.

 

İsminizle ilk karşılaştığımız yer ki öncesi varsa da sizden öğrenebiliriz bildiğim kadarıyla İstanbul 12 Orkestrası. Daha sonra geçtiğimiz yıl içinde Zümra Oktayoğlu ile de “Film Bitti” isimli bir single yayınladınız. Bu ekiple buluşmanız nasıl gerçekleşti peki ve hala çalışmalarınız devam ediyor mu?

İstanbul 12 Orkestrası aslında benim ve oradan yolu geçmiş bir çok müzisyenin piştiği bir ocaktır. Zümra ile tanıştığımızda kendimize birer altın bilezik yapmak üzere dershaneye gidiyorduk. Bileziklerimizi takmak üzere üniversiteye başladık, ama içimizdeki müzik aşkıyla flüt ve gitardan oluşan duomuzu kurduk. Lise yıllarında gitar çalmaya da başlamıştım ve o sıralar piyanonun biraz önüne geçmişti bu enstrümana olan tutkum. Tüm amatör müzik hayatım boyunca duyduğum “hocam Emre’nin sesi çok güzel bir şarkı söylesin mi” minvalindeki söylemler beni aynı zamanda iyi şarkı söylediğime de inandırmıştı ki, ben sahnede şarkı da söylemeye başladım. Biz ikili olarak harçlığımızı çıkarırken Zümra’nın ailesinin kurmuş olduğu İstanbul12’nin içinde önce fasulyeden, sonra gerçek müzisyenler olarak yer almaya başladık. Bünyesindeki usta müzisyenlerle birlikte gerçek anlamda piştik. Müzik sektöründe yer alan herkesin bulunmak isteyeceği ortamlarda performans gösterdik. Zaman geçtikçe orkestranın as üyeleri olduk. Hala benim orkestramdır, Yüzündeki Güneş’ten bağımsız olarak uzun yıllardır birlikte çalıştığım dostlarımla müzik yapmak veya birlilkte vakit geçirmek benim için bambaşka bir zevktir. Birlikteliğimiz devam ediyor. Ben orada daha çok piyanist ve aranjör kimliğimle var oluyorum. Buradan hepsine de derin sevgi ve selamlarımı gönderiyorum.

Albüme dönmemiz gerekirse sözlerin ve müziklerin sizin olduğu (bir şarkıda Çağrı Çığ Sığırcı, iki şarkıda söz olarak eşiniz Zümra Oktayoğlu’nu görüyoruz) bir albüm. Ayrıca tüm düzenlemeler de size ait. Şimdi yeniden başa dönelim ve evet fikir eskiydi, şarkılar eskimemişti diyebilir miyiz, ne kadar bir sürenin ürünü bu çalışma, ilk adımları ne zaman hayat buldu, nasıl bir stüdyo süreci yaşandı, yayınlanana kadar nasıl bir heyecanınız vardı?

Albüm fikri soyut olarak benim 10’lu yaşlarıma dayanıyor ama bunun somutlaşması için biraz dürtülmem gerekti. Evet hep buna inanıyordum ama kötü bir özelliğim var. Herhangi bir şeye odaklanmam için çok çaba sarf etmem gerekiyor. Tamam, seneye yaparız gibi bir anlayışım var. 2016 yılında Zümra ile bir single kaydettik. “Film Bitti”. O single’dan sonra bir şeyler yapabiliyor olmak daha ulaşılabilir geldi. Artık kendi şarkılarımı da bir albüm bütünlüğünde yayınlamamak için bir sebep yoktu. Bunu erteleyecek bir gerekçe de yoktu. Kararımızı verdik. Kararımız diyorum çünkü bu bir Emre Oktayoğlu Albümü olsa da aslında arkada büyük bir Zümra Oktayoğlu desteği var. O yüzden birinci çoğul şahıs diliyle konuşmak daha doğru geliyor. Oturduk şarkıları döktük önümüze. Daha iyi bulduklarımızı aldık, üstünde çalıştık. Sözlerini düzelttik. Sonra dedim ki ben İstanbul 12 Orkestrası’nda aranjör yönümü kullanmıştım, neden şimdi yapmayayım diye düşündüm. Zira İstanbul 12 albümünden sonra başka aranjmanlar hatta senfonik düzenlemeler de yapmıştım. Piyanoları ben çalacaktım zaten. E gitarları da ben çalayım masraf çıkmasın dedim. Şarkıların 3 tanesi (Yok, Martı, Dünyanın Son Durağı) benim eski şarkılarımdı. Diğer eski şarkılar süzgeçten elendi. Kalanlar son bir – iki yıla ait. Bu bağlamda yıllardır çeşitli projelerde birlikte çalıştığımız ve bize desteğini esirgemeyen dostum Ege Semercioğlu’nun Tünel Çinili Han’daki stüdyosuna gittik. Ege yine sınırsız sevgisi, özverisi ve kahvesi ile bize harika bir kayıt süreci yaşattı. Hem işindeki ustalığını, hem eleştirilere olan olgun ve geliştirici yaklaşımını bu albümün şahane bir sounda sahip olması için kullandı. Onun desteği çok kritik, her zaman çok yüreklendirici oldu. Tüm kayıtları da isimlerini anmaktan gurur duyacağım harika müzisyenler Şenova Ülker, Alpar Lü, Dünyacan Yılmaz, Nilgün Lü, Başak Elkutlu ve Zümra Oktayoğlu’nun eşsiz performansları ile 7-8 kayıt gününde tamamladık. Yayınlanana kadar heyecan dorukta sanıyordum. Oysa şimdi çıktığı günden daha da heyecanlıyım.

Ve evet yayınlandı, ya şimdi nasıl bir heyecan var, gelen ilk tepkiler nasıl, kimler daha çok dinleyecek ve içinde olacak bu albümün? Albümün ruh hali size göre nasıl diyebiliriz, bizim bu aralar çok iyi olduğunu söyleyemeyebiliriz de, bu yüzden iyi ki şarkılar var :)

Yılların birikimini bir ürün olarak ortaya koymak çok doyurucu. Dediğim gibi şimdi çok daha heyecanlıyım. Yüzündeki Güneş genel soundu gereği akustik ve naif tınıları seven kişilerin dinleyeceği bir albüm olacak. Albümü 25 yaş ve üstünün dinleyeceğini düşünüyordum, ancak dijital müzik platformlarından edindiğimiz istatisliklere göre 18-25 yaş grubunun da albüme ilgisi dikkat çekici. Yaptığım müziğin birçok yaş grubu tarafından dinlendiğini görmek çok sevindirici. Çünkü aslında ne kadar konser yapacağınızs ve ne kadar uzun soluklu olacağınız konusunda gençler daha belirleyici oluyor. Albümdeki şarkıların her birinin çabuk tüketilmeyen, yıllara yayılan ömürlerinin olması hedefimizdi. Bunu zaman gösterecek tabi ki. Ben üretmeye devam edeceğim, dinleyicilerin bunu ne kadar süreyle kucaklayacağını birlikte göreceğiz. Albümün ruh hali sakinliği işaret ediyor. Benim ön plana çıkan kişiliğimi yansıtıyor. Gerçi bu biraz huzursuz bir sakinlik ki, tüm sakinlerin içindeki gizli huzursuzluğun tezahürü gibi. İyi olmadığımız dönemlerde sığındığımız iyi şarkılara örnekse, ne mutlu bana.

 

Albümde bir hayli de kalabalık bir müzisyen kadronuz var, kimler eşlik etti size, ben elbette kartonetten görüyorum ama dijitalden dinleyenlere de bilgisini verelim istiyorum.

Aslında aranjör, piyanist ve gitarist olarak albümümde bulunmak çok kafamı sorgulayan bir durumdu. Evet bu özelliklerimi yıllardır kullanıyordum ama acaba daha iyi bir aranjör, daha iyi bir piyanist ve daha iyi bir gitarist ile bu kaydı yapmak daha doğru muydu? Açıkçası bu konuda kafamdaki müziği birilerine aktarmaktansa kendim bu rolleri üstlenmeyi seçtim. Tarafsızca dinledim, dinlettim. Elbette daha iyisi olabilirdi ama olmayabilirdi de. Bu bağlamda yanlış bir karar verdiğimizi düşünmüyorum.

Bunun yanı sıra yukarıda da adı geçen müzisyenler Şenova Ülker, Alpar Lü, Dünyacan Yılmaz, Nilgün Lü, Başak Elkutlu ve Zümra Oktayoğlu’nun yanı sıra Tonmeisterim Ege Semercioğlu’nun da elektrik gitar performanslarıyla beni tatmin edici bir ürün ortaya koyduğumuzu düşünüyorum.

 

Yeni albüm beraberinde yeni konserler de demek. İstanbul 12 Orkestrası’nda sizi dinleme şansı bulmuştum ve oranın enerjisi, rengi, o ekiple sahnede olmak nasıldı sizin için. Şimdi yeni albüm, yeni şarkılar ile olacak olmak nasıl olacak, belirlenen bir program var mı bu anlamda? Aynı şekilde klip gelecek mi albümden yanıtını da burada alabiliriz :)

İstanbul 12, birlikteliğimizin hala devam ettiği bir proje. Oradaki ruh bambaşka. Enerji sizin de ilk aklınıza gelen özelliği İstanbul 12’nin. Bu benimde İstabbul 12 Orkestrasını tarif ederken kullandığım önemli bir sıfat. Bu birliktelik çok değerli. Bu albümle de olabildiğince calıp performanslar sergileyerek kendi şarkılarımı başka bir ekolde sunmayı hedefliyorum. Konser programları yavaş yavaş netleşiyor. Sosyal medyadan aktif olarak duyuracağız. Klip için yapımcım Ada Müzik’in tavsiyesiyle acele etmedik. Ama kısa zaman içinde bir klip de yayınlıyor olacağız.

Söyleşimizin sonuna doğru yaklaşırken minik sorularım olacak ki bu kısmı çok seviyorum :))
En rahat fotoğraf çekiminiz neden bu albümde oldu :) Dilan Bozyel’e sevgilerle …

Çünkü aslında işin doğrusu fotoğraf çekmekten ve çektirmekten çok hoşlanmam. Fakat Dilan ile tanışmamız ve akabinde kurduğumuz ilişki, onun tatlılığı benim bu sıkıntımı yok etti. Çok rahat çalıştık kendisiyle. Çok teşekkür ediyorum güzel kareleri için.

Çok özel olmayacaksa eşiniz Zümra hanım ile özel bir şarkınız ya da ona yazdığınız bir şarkı var mı?

Zümra hayatımda yaklaşık 20 yıldan beri olan (hayat) arkadaşım. Albüm kartonetinde de hayat kısmını parantez içine özellikle aldım. Evet evliyiz, hayat arkadaşım; ama çok daha önemlisi her konuda yanımda olan gerçek bir arkadaşım. Ona bu albüm de dahil olmak üzere çok şey borçluyum. Albümde ona doğrudan yazılmış bir şarkısı yok ama hayatımın tüm detaylarında olduğu gibi, bu şarkıların da onunla bir ilgisi muhakkak var.

 

Albümde tebrik ederim öncelikle bir cover şarkı yok :) Ama olsaydı hangisi olurdu mesela, neyi söylemek isterdiniz?

Cover şarkı son yıllarda malumunuz herkesin vazgeçilmezi. Müzisyenler önceden yapılmış güzel buldukları şarkıları söylüyorlar. Bu dinleyicilerin çok talep ettiği bir durum. Ancak bu bir albümün olmazsa olmazı değil diye düşünüyorum. Karşı değilim ama ben bu albümde zorlayarak hiç bir şarkıya yer vermedim. Dolayısıyla herhangi birini eleyip bir cover şarkı koyamazdım. Ama diğer albümlerimde o anki ruh halime denk gelirse neden olmasın. Albümde cover şarkı olsaydı, yıllarca sahnede cover şarkı söylemiş ve çalmış bir müzisyen olarak hangi şarkıyı yeniden yorumlamak isterim, bu konuda epey kafam karışırdı herhalde. Bu soruya cevap veremeyeceğim sanırım.

 

Müzisyen olarak örnek aldığınız bir isim oldu mu peki, kimleri bugüne kadar ayrı bir hayranlıkla dinlediniz ya da bir gün için çalışmayı dilediğiniz?

Bu soruya piyanist olarak ayrı, gitarist olarak ayrı, besteci olarak ayrı aranjör olarak ayrı cevaplar vermem gerekiyor. Ama bir şarkıcı olarak, özellikle sesimi daha sert kullandığım dönemlerde Nat King Cole’un yumuşacık sesine hayran olarak kendimi biraz geliştirmeye çalıştım. Bir müzisyenin bir ekolden, başka bir ekole geçerken gerçekleştirdiği yolculuk çok öğretici oluyor. Bunu temel bir felsefe kabul edebiliriz. Onun dışında sevgili arkadaşım Jülide Özçelik de benim örnek aldığım isimlerin başında gelir.

 

Albüm yapmanın günümüz şartlarında daha bir yoruculuğu bir yana single furyası da ayrı bir revaçta. Bir de CD ile digital seçeneği karşımızda. Size göre hangisi, hangileri daha samimi ?

Bir şeyler kaydedip yayınlama kararı aldığımda kafamızda net olmayan şeyler elbette vardı. Fakat gerçekten kesin kararlı olduğumuz yegane nokta bunun bir albüm olarak ortaya çıkarılmasıydı. Evet müzisyen arkadaşların çoğu çeşitli -ve malum- sebeplerden single yoluna gidiyorlar. Ben 90’larda para biriktirip kasetler almaya çalışan bir çocuk olarak bir albümün bütünlük içinde anlattığı hikayeyi ortaya koymayı daha uygun buldum. O yüzden gücümüzü son damlasına kadar kullanıp bu çalışmayı 10 şarkılık bir albüm olarak yayınlamak istedik.

Basım konusu ise, değişen müzik dinleme araçlarına rağmen bir metayı elde tutmak, belki de bu döneme ucundan da olsa dokunabilmek, benim gibi bir nostalji sever için güzel oldu. Böyle dijital bir dönemde basılmış bi albümüm olduğu için Ada Müzik’e çok teşekkür ederim.

 

Peki ya sözlerinizin şiirselliği? Şiir ile aranız nasıl, hangi şairlerin okuru oldunuz en çok?

Söz yazma konusu kendimi geliştirmek istediğim bir alan. Şiirsel duyuluyorsa ne mutlu bana. 2. Yeni akımının tüm şairlerini severek okurum.

 

Finalde ilk aklınıza gelecek olan şarkıyı istesek ve onu bizim okurlarımıza armağan etseniz, belki bu aralar çok dinlediğiniz, belki vazgeçemediğiniz bir şarkı olsa mesela, hangisi olurdu?

Evrencan Gündüz’den La la la şarkısı çok sık dinlediğim bir şarkı. Söz, müziği, aranjmanı, soundu bana çok yakın ve sıcak geliyor.

 

 

 

 

 

 

Yeni bir yıl birbirinden şahane albümlerle karşıladı bizi. “Yüzündeki Güneş” isimli ilk albümünüz de henüz çok yeni kapımızı çaldı ve biz de bu vesile sizin kapınızı çaldık ve uzun uzun konuşalım istedik yolculuğunuzu. “Bu albüm fikren çok öncelere dayansa da taptaze şarkılar içeriyor” demişsiniz albüm yazınızda. Biz biraz daha öncesine gidelim ve müzikle yolunuzun o ilk kesiştiği zamanları sizden dinleyelim. Her şey ne zaman başladı, bugüne kadar olan yola çıkmak için o ilk adımlar ne zaman atıldı? Öncelikle teşekkür ederim, çok memnun oldum kapımı çalmanıza. Müzikle ilk tanışmam ailecek gerçekleştirdiğimiz buluşmalarda oldu. Annemin piyanoya dayımın akordeona geçerek şarkılar çalması ve…

Genel Bakış

Kullanıcı Oylaması: 4.6 ( 1 oy)

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*