Yıllar önce Müzik Ekspres ile sizleri buluşturmaya karar verdiğimde belki de bu kadar yoğun bir hareketliliğin içinde kendimi bulacağımı düşünmüyordum. Evet özellikle birçok yeni isimle ve müzikle tanışacak olma heyecanım vardı ve geçen sekiz yıla yakın zaman boyunca birçok değerli müzisyenle, müzik emekçisi ile tanıştım ki hepsinden bir şey öğrendim ve de öğrenmeye devam ediyorum..
İsmimiz de bu sebep Müzik Ekspres ki her gün, her hafta, her ay farklı duraklarda duruyoruz. Bu yol benim içinde sürprizlerle dolu. Her zamanki gibi söyleşilerimi mail üzerinden gerçekleştiriyorum ki bu durumu değiştirmek gibi bir düşüncem yok, yazarak kendini daha iyi tanıyor ya da tanıtıyor belki de insan ama her söyleşim sonrası mutlaka bir gün bir kahve içmeye, kaldığımız yerden devam etmeye de söz veriyoruz.
Balamir Nazlıca ismi ilk kez haziran ayında geçti sayfalarımızda. Yayınladığı “Wave Goodbye” isimli single şarkısı ve klibi dikkatimi çekince takibime alıp bir dönemin ses getiren ekiplerinden Soaked’un şarkı yazarı ve vokalisti ile karşılaştığımı öğrendim ki böylelikle bir dönem yaptığı işleri de yeniden dinleme şansım oldu. Peki o süreç nasıl başlamıştı sonra bugün gelinen noktada adına bizi neler bekleyecekti ve fazlasında kimdi?
Kendisinin geçtiğimiz aylarda da ikinci şarkısı “West Coast” geldi ve o zaman artık buluşma vaktiydi. Sadece bir müzisyen ile söyleşi yaptığımı düşünmüyorum ki gerçek anlamda dolu dolu bir sanatçı ile karşı karşıyayım ve konuşacak çok şey var ve üstüne dinleyecek birçok şarkı, izleyecek birçok performans. Ekspres adına tam da ayın hüznünde, renginde bir konuk ile buluşturuyorum sizi ve kendisine, söyleşimize vesile Banu Nazlıca’ya da bir kere daha teşekkür ediyorum. Bir sonraki “Haftanın Söyleşisi’nde görüşmek üzere.
Kadri Karahan
Soaked grubunun kurucususunuz ve 2000’li yılların başında müzik kariyerine böylece başlıyor. Aslında sizinle sadece müzik yolculuğunuzu konuşmayacağız ki sanatın içinde birçok yerde durdunuz, üretimler verdiniz.
Ama her zamanki gibi çok daha öncesine dönelim istiyorum ki o ilk adımlar; çocukluk – gençlik size nasıl bir buluşma imkanı verdi hayata geçirmek istediklerinizle, her şey nasıl başladı öncesinde?
Her şey erken yaşta yoğun bir ayrılık deneyimi ile başladı. 5 yaşından itibaren yurtdışında yatılı okudum. Taktir edersiniz ki o yaşlarda ana ihtiyacınız ebeveynleriniz ile temas ve dünya ile iletişim. Sevgimiz hic bir zaman eksik değildi. 80’ler Türkiye’sinin eğitim dinamiklerini düşündüğünüzde ağır bir bedel ödenmişti.
Çok erken yaşta piyano ve sanat dersleri almaya başladım. Bu benim için kurtarıcı oldu. Tüm yaşamışlığı üreterek kendimi yansıtmaya çalıştım. İlk bestelerimi 10 yaşına girmeden yazmaya başladım. Liseye gelmeden yağlı boyaları üretiyor ve bugün devam eden defter oluşturma alışkanlığımı başlatıyordum. Sanat beni hep hayata tutunduran bir gelişimdi. Zamanla icraatın içini doldurabilmek için felsefe ile tanıştım. Benim için bu iki dalın birleşimi başarılı hayat iksirinin formülü.
Soaked nasıl hayata geçti ve dinleyicisi ile nasıl buluştu, birlikte neler yaşadı bu ekip ve
sizin için nasıl bir heyecan, deneyim oldu?
Soaked grubunun tohumları 2007 yılında atıldı. O dönemde gençlik ateşi Türkiye’nin en iyi synth pop projesi yaratma arzum vardı. Dönemin koşullara baktığınızda rüzgara karşı bir çaba olacağı belliydi. Yollarım birçok prodüktör ile karşılaştı. Hatta bir stüdyo bile kurduk. Anlaşamadık. Stüdyoyu kapatık.. Kara kara düşünürken Soaked grubunun üyeleri ile rastgele tanışmaya başladım. Bir araya geldik sonra gerisi tarih.
Hayatımızın en güzel en yoğun bir kaç yılı diyebilirim. Bazı deneyimler var sizi değiştirir ve iz bırakır. Soaked öyle bir gruptu. Sadece müzisyenler değil uçtan uça bookingden yönetmenden tasarımcıdan birçok kişinin emeği var. İnanılmaz güzel anılar yaşadık. Hatta eminim ki birçok grup üyesi eski günleri düşünüyordur. Bu ekip hayatımın en güzel ekibiydi.
Onlara buradan AHA’nın “Stay on These Roads” parcasını göndermek isterim.
Daha sonrasında solo olarak yola devam etmek istediniz ve ilk EP çalışmanız aynı zamanda bir de sinematik video ve bir işbirliği ile dinleyicisinin karşısına çıktı. “Angels Coming” ve ilk EP “Up And High” üzerine biraz konuşalım mı?
Bu Ep’de Emre Nişancı ile çalıştık. Daha önceden Soaked grubunda beraber çalışmıştık. Emre beni iyi tanıyor ve Türkiye’deki değerli isimlerden birisi. Hatta onunla çalıştığımda kendimi hep en iyi ve güvenli hissettiğimi söyleyebilirim. Bu bir prodüktörden aradığınız en önemli özellik. Ona Soaked sonrası yola devam etmem gerektiğini hala üretim konusunda fikirlerimin tükenmediğini paylaşmıştı. Onun cevabı da çok netti: o zaman yeni bir şeyler yapalım. Uzun uzun görüştük. Özellikle Soaked sonrası nasıl bir kimlik ile yola çıkmalıyız. Soaked’in biriktirdiğimiz tüm deneyimi buraya aktarmaya başladık. Emre’de geçtiğimiz yıllar içinde kendi çalışmalarını yaptı. Bu birikmiş deneyimi ve birikmiş hayat hikayelerini merkeze oturtuk. Onunla çalışma şeklimiz ağırdır. Çok uzun uzun düşünürüz. İcraatımız ise kısadır.
Bu EP’de Emre özellikle farklı müzisyenler getirmek istedi ve bu fikrin arkasında durduk. “Up and High” parcası ise ham demo kayıtlarını kullandık çünkü demodaki ruhu bir daha asla yakalayamadık. Bazı parçalar demoda biter! Yurt dışından bir kaç isim ile çalıştık. Geçmişimize saygı ama geleceğimize risk alarak yeni bir dünya inşaat etmeye çalıştık. Angels Coming’de yakışan bir klip çektik. İtalya’dan Francesco Albano geldi. DOP büyük usta Charles Emir Richards geçti. Sonuç tam istediğimi gibi oldu diyebilirim.
Siz müziğinize belki de bizlerin tam olarak bilmediği ya da keşfedemediği bazı anlamlar, tanımlamalar da yüklüyorsunuz ve ortaya çıkan sonuç çok fazla bir derinlik ve belki de içsellik ile birbirini bütünlüyor.
“Unconcealment” çalışmanız da öyle zira burada yer alan çalışmalar beş yıl gibi uzun bir süreçten sonra ortaya çıkmış ve yine bir müzik videosu serisi için hazırlanmış, bölgelere uyarlanmış; pek karşılaştığımız bir sunum değil, nasıl tanımlayabiliriz bu albümü?
“Unconcealment” Magnus Opus çalışma denemesi. Magnus Opus lugatına okuduğum felsefi okumalarda karşılaştım. Anlamı bir sanatçının en büyük hayat eseri gibi düşünebiliriz. Unconcealment düşünürken beni hayatımın farklı zamanlarında temsil edecek bir eser yaratmak istedim. Zamansız olmasını istedim. Zamanla değişiyorsunuz
ama değişmeyen temalarda oluyor. Kendim için bu sanat ve sanatçılara karşı olan sevgim düşünebiliriz.
Yaklaşık 10 yıl once Heidegger’in yazıları ile karşılaştım ve düşünceyi ve icraatı bir araya getirecek bir şeyler yapmak istiyordum. Sanatçılara müziğe ve video arta karşı olan sevgimin bütünleştiği ve bitiremeyeceğim bir eser yaratmak istedim. Unconcealment fikri bu şekilde doğdu ve sonsuz vizyon olarak adlandırdığım (tüketemediğiniz bir oluşum) bir çalışma olarak başladı. Ne mutlu bana ki bitmiyor ve devamını getirmek için çalışmaya devam ediyorum. 5 yıl ilk başlangıç için ihtiyacımız olan dönemdi. Şimdi yeni seri için tekrar fikirlerimi masaya yatırıyorum…
Yol kaldığınız yerden devam ediyor ve hatta biraz daha karanlık bir doku ile “Wave Goodbye” ve hemen ardından da “West Coast” ile karşılaştırıyor bizi. Aslında bu iki çalışma yeni ekleneceklerle bir EP haline gelecek o zaman asıl hikaye tamamlanacak değil mi?
Eskiden single ve ardından albüm yapardık çünkü hayranlarınız ile bu format ve sıklıkta iletişim kuruyordunuz. Şu anda işler değişti. Kimse maalesef uzun uzun albümleri dinlemiyor. Dikkat ekonomisinden dolayı hep tadımlık vermek durumundasınız. Biz tadımlık verelim ama tabii hep makro seviyede düşünmeyi yaratmayı seven birisi olarak evet bu bir EP ve ilerleyen dönemde bu parçaların hepsinin birleştiği bir EP’de yayınlanacak. Bu yılın teması kaçış oldu. Bunu tek bir parça ile anlatmak yerine bir EP ile yapmayı tercih ettim.
Bu iki şarkıyı, sürecini, ekibinizi ve beraberinde gelecek şarkılar hakkında ipuçlarını dinleyelim o halde sizden?
“Wave Goodbye” ve “The West Coast” sonrası iki parça daha yayınlamayı planlıyoruz 2021 yılında. Şimdiden 2022 hazırlıklara başladık. Biraz dağınık çalışmayı tercih ediyorum. Bir EP yaparken mutlaka diğer çalışmalara başlıyorum. Önemli olan sürekli üretmek. Hatta mümkünse aynı anda 3 proje yapın derim çünkü banko bir iki projeniz yanıp gidecektir.
“2020 yılında hayatlarımız beklenmedik bir şekilde aniden değişti. Hepimiz yeni rutinler oluşturduk. Herkes kendi yöntemiyle yaşanan olumsuz gelişmeleri aşmak için çabaladı. Kimimiz bunu daha iyi yaptı.”
demişsiniz ve “Wave Goodbye” isimli bu çalışmanızı kaçış üzerine kurgulamışsınız. Klibini de izlediğimizde bir filmin içinde buluyoruz kendimizi, siz nasıl bir kahramansınız, dinleyici nasıl bir kahraman burada, bu filmin özeti ne?
“Wave Goodbye” dünya konjektörün değiştiği bir dönemde yapıldı. Bazı eserlerin zamansız olduğuna inanıyorum. Bazı eserleriniz ise konjektöre bağlı. Gerçeği mümkün olduğu kadar konjektörden bağımsız çalışmayı hedeflerim. Ama geçtiğimiz dönemde yaşadığımız gelişmeler yüz yılda bir olduğunu düşünürsek ister istemez siz de etkileniyorsunuz. Klibi ve müziği kurgularken bildiğiniz gibi çok yoğun bir yasaklar döneminden geçtik. İnsanın mutluluktan daha da değerli olan özgürlük hissinin tükendiği bir noktaya geldiği anda kaçısın kaçınılmaz olduğunu düşünüyorum. Normal sınırlar içinde zaten kaçmayı hep hedefleriz. Bunun üstüne birde pandemiyi eklerseniz o zaman birey müthiş bir saldırı altında kalıyor. Gerçeklerden kaçma arzusu kadar insani bir arzu düşünemiyorum.
Klibi yaparken imkanlar doğrultusunda sizi alıp bir yere götürmesini istedim. Zamansız olması için siyah beyazı temayı seçtik. Klipte mutlaka geniş çekimler ile ferahlık vermek istedik. Klip şarkısını söylerken bile close up yapmadık ki dinleyici izlerken kendi kapana kalmış hissetmesin. Bu filmin özetini izleyenlere bırakıyorum, herkes kendine göre yorumlayabilir.
Müziğiniz ve hatta yaptığınız tüm bu çalışmalar bir kolaya kaçışın hikayesi değil, siz bir şekilde verdiğiniz bu emekle pek de standart kalıplar içinde değilsiniz peki bu duruşunuz, çizginiz, kimliğiniz bundan sonrasında da böyle devam edecek mi?
Kesinlikle. İster pop işi ister contemporary her yaptığım işlerde mutlaka düşünce anlamında çok zaman ayırırım. İcraat noktasında öyle hareket etmem. Mutlaka önceden bir çok çekimi sesi kareyi planlarım. Ama iş çalmaya çekmeye gelince kayıt düğmesinden sonra planlı gitmeyi tercih etmiyorum. Bundan da bulmaya başladım. Bu parçadan da kıymetli bir gelişim. Bunun değerini bilmem gerek. Bugüne kadar fikirlerim için yaklaşık 20 adet defter oluşturdum. Bir gün onları da sunmayı planlıyorum. Hatta bazen defter aşamasındaki fikirlerin bitmiş eserden daha güzel olduğunu düşünüyorum.
Yani yarattığınız eserler bir şekilde nasıl sahne bulacak, nerelerde karşılaşacağız sizinle ve nasıl bir sunum içinde karşı karşıya geleceğiz; bundan sonrası adına planlarınız nedir burada?
Sahne kısmına şu anda odaklanmıyorum ki inanılmaz özlüyorum. Daha çok üretime odaklanmaya çalışıyorum. Yeni bir EP ve Unconcealment serisine kaldığımız yerden devam etmeyi planlıyorum. En büyük hedefim üretime devam etmek.
Kendinizi görsel-işitsel bir sanatçı olarak tanımlıyorsunuz ki çektiğiniz fotoğraflara da baktım ki ilgi alanım ve hatta uğraşı içinde de olduğum için adeta kayboldum diyebilirim.
Bir şekilde farklı görünse de yaptığınız tüm işler aslında bir bütün değil mi, birbirini tanımlıyor, tamamlıyor ama kuşkusuz bu bir anda ortaya çıkan bir şey de değil; siz kendiniz ne kadar mutlusunuz bu karelerin, notaların içinde? Nasıl bir iç dünyanız, sesiniz var?
Müzik fotoğraf ve video dallarının birbirine çok bağlı olduğunu düşünüyorum. İşitsel ve görsel beraber düşünmek lazım. Hatta bunun üstüne düşünceyi felsefeyi de koymak lazım. Açıkçası hepsinin belli bir yerde her ne kadar dilleri farklıda olsa çok benzediğini düşünüyorum. En büyük hayat riskim tüm bu dallara girip içinde kaybolmak. Bir dikeyde kalmak istemedim. Bunun risklerini hep biliyordum (odak ve iletişim anlamında). Ama derdim bir sanatçı olmak. Derdim iletişim kurmak kendimi ve dünyayı anlamak. Bu kadar çok çeşidi olan bir dünyada tek bir branşta kalmak istemedim. Şanslıyım ki hepsini iyi anladığımı düşünüyorum. Çok dil bilmek gibi. Nasıl üç lisan öğrenebilirseniz aynı mantıkta bakıyorum. Tüm eserlerim aslında bana tek eser gibi geliyor. Sanki tek parça yazıyoruz tek filmi çekiyoruz ve tek fotoğrafı yakalıyoruz. Sydney Lumet’in çok güzel bir yorumu vardır bende hep kaldı: ne yaparsan yap bir stilin olsun! Bende tüm bu dilleri kullanıp kendi stilimi yaratabildiysem başardığımı hissedeceğim. Bir eserime bakıp bu klasik Balamir deniliyorsa o zaman başardık demek.
Siz aslında yüksek öğreniminizi “Uluslararası İlişkiler” bölümünde tamamladınız ama bir şekilde rota daha sonra değişti ve bugün karşılaştığımız yere sizi taşıdı.
Genel olarak baktığımızda izleyicileriniz, dinleyicileriniz ile ilişkileriniz nasıl bir boyutta; pop ya da popüler kültür bu denli hayatımızda yer ederken gençlerin ilgisi nasıl sanata, bakış açınıza; daha çok kimler yakalıyor dünyanızı, nasıl bir yer var orada onlara?
Bu soruyu eskiden sorduğumuzda bir gizemi oluyordu. Spotify ve Youtube ve İnstagram o işi bitirdi. Artık elinizdeki data ile dinleyici ve izleyici kitlenizi anlamaya başlıyorsunuz. Benim açımdan bakarsanız geniş bir yelpazede çalışıyorum bundan dolayı farklı ülkelerde farklı yaş ve demografik dağılımda kitleler ulaşıyor. 18 yaş altına hitap etmediğimi biliyorum. Mevcut pop kültür ile biraz derdi olan sanırsam bir şekilde beni buluyor. Yurt dışında dinleyici ve izleyici biraz daha mesafeden bakabiliyor ve eserleri daha iyi içselleştirdiğini düşünüyorum. O da dilden olsa gerek. Takip edenlerle belli bir mesafede olmayı seviyorum çünkü benden çok eserin önemli olduğunu düşünüyorum.
İzlerseniz dinlerseniz seversiniz veya hoşunuza gitmez. O çizgide kalması gerektiğini düşünüyorum. Sosyal medyadan dolayı sınırların kalktığını bununda her iki taraf için iyi bir gelişim olmadığını düşünüyorum. Samimiyeti üretkenliğimiz ve mutluluğumuz ile ölçmeliyiz follower ile değil.
Söyleşimizin sonunda kısa sorularım olacak ve yeniden buluşmayı dileyeceğim..
Sanatın haricinde nasıl bir dünyanız var, neler tamamlıyor orada sizi, nelerle mutlu bir portre var karşımızda?
İki kızım var. Her şeyim :) Bunun haricinde girişimcilik SaaS dünyasında güzel bir kariyer edinme imkanım oldu. Bambaşka bir gezegen iş hayatı ama mutlaka bir faydası oluyor. Çok güzel deneyimler ve insanlarla tanışma imkanım oldu. Tam bir kitap kurduyum. En sevdiğim şey iş, çocuk ve sanat icraatlerim dışında kitaplara dalmak oluyor.
Yola çıkarken ilham kaynağınız kim oldu, kimin şarkıları, kimin filmleri, kimin şiirleri, kimin dünyası mesela?
Gençken Nick Cave Tindersticks ve Depeche Mode’dan beslenirdim. 80’ler ikonik pop filmlerine bayılırım. En sevdiğim dünya Tarantino’nun dünyası! Onlarda bana çok ilham verdi. En sevdiğim film Bladerunner. Bence gelmiş geçmiş en iyi film. Nick Cave’in The Boatmans call, Depeche Mode’un Songs of Faith and Devotion albümü ikoniktir.
Bir gün bir projede özellikle çalışmayı istediğiniz bir isim var mı?
Açıkçası eskiden vardı. Artık yok. Sanırsam değiştim sanırsam biraz ruh halim başka bir yere yelken açtı.
İlk aldığınız albümü hatırlıyor musunuz, ya en son kimi dinlediniz?
En son Nick Cave Ghosteen albümü. Nick Cave yine başka bir seviyede müzik ve albüm yapmış.
Ve her konuğuma sorduğum o yanıtını en çok merak ettiğim konu; hayatınızda hangisi daha özel bir yerde duruyor, plaklar mı, kasetler mi, CD’ler mi, dijital müzik mi?
Açıkcası formlara hiç bir bağlılığım yok. Deneyim hangisinde size iyi geliyorsa orası diyorum. Özel olan sadece albüm kapakları olabilir.
Aslında bugüne kadar yapmadım ama sizin gibi değerli bir ismin yorumunu çok önemsemekteyim; bir şarkı yazdım, söyledim ve klibini yönetenlerden biri oldum. Çok kişisel olacak ama hayata bir anı katmak amacı ile ortaya koyduğum “Karanlık Bir Drama”yı benim için yorumlar mısınız?
Tebrik ederim. En önemlisini başarmışsınız o da üretmek. Ürettikçe yeteneğimiz gelişiyor. Başkalarının eserleri ile ilgili çok yorum yapmıyorum. Tek yorumum genellikle kimsenin yorumunu dinlemeyin olur. Siyah beyaz olması isabetli olmuş.
Ve son olarak bizim için bir şarkı seçmenizi istiyorum ki tam da şu anki ruh haliniz olsun ve söyleşimize veda edelim bu şarkı ile.