EDİTÖRDEN
Anasayfa / SÖYLEŞİLER / Squareplatz / Sezgin İnceel

Squareplatz / Sezgin İnceel

Squareplatz olarak 90’lara farklı bir selam yolladığınız albümünüz “Nostalgia” üzerine konuşacağız ama öncelikle sizi yakından tanıyalım istiyorum Sezgin Bey;
En son mart ayında yayınladığınız “Yaşlanıyoruz” isimli single şarkınız ile duyduk adınızı ama bir süredir müziğin içindesiniz Marmara Üniversitesi Müzik Eğitimi mezunusunuz. Müzikle nasıl tanıştınız, nasıl bir eğitim süreci yaşadınız; nasıl zamanlardı sizin için ve tam olarak neler bekliyordunuz o yıllardan?

Müzik kendimi bildim bileli hep vardı. Formal müzik eğitimime Müjdat Gezen Sanat Merkezi’nde solfej ve klasik gitar eğitimi alarak başlamıştım. Ama üniversitede nedense önce başka bir bölüm okudum. O bölümden de çok keyif aldım, ama müzik aşkı peşimi bırakmadı. İlk üniversite bitince tekrar sınavlara hazırlandım ve ikinci üniversitede müzik okudum. Çok severek, tutkuyla ve biraz da geç kalarak girdiğimi düşündüğüm için, her dakikasının kıymetini bildiğim bir dönem oldu. Hem müzik, hem hayat anlamında kendimi keşfetmeye, anlamaya çalıştığım dönemlerdi. Şimdi bambaşka yerlerdeyim, ama o yıllar kuşkusuz bana ve müziğime çok şey kattı.

 

 

Daha sonrasında çeşitli adresler çıkıyor biyografinizde karşımıza. Almanya, Danimarka, İspanya, Macaristan, Fransa gibi birçok ülke ve bu ülkelerde birçok çalışmada bulunduğunuzu öğreniyoruz. Yolunuz nasıl oluyor da oralara düşüyor, neler yapıyorsunuz geçirdiğiniz bu süreç içerisinde? Tamamen rastgele çıkılmış bir yol değil kuşkusuz, peki nasıl bir yol?

Ece Temelkuran’ın güzel bir cümlesini duydum geçen gün. “Ben gezmiyorum, gidiyorum” demiş. Benim içimde de çok küçüklükten beri gezmekten çok gitmeye, görmediğim yerleri keşfetmeye, anlamadığım dilleri öğrenmeye dair bir özlem vardı. Üniversite ile birlikte hem karşıma çıkan tüm fırsatları değerlendirmeye, hem de kendi kendime fırsatlar yaratmaya başladım. İşimi ve bildiklerimi projeler haline getirip ya da hali hazırda var olan projelere dahil olup, sonra da bütçeler, sponsorluklar bularak bir yerlere  “gitmek” bana çok keyifli geldi. Haritanın üzerinde uzak gözüken yerlerdeki insanların aslında ne kadar yakın olabileceğini keşfettim. Hala da devam ediyor yolculuk. Björk bir şarkısında “eğer seyahat aramaksa ve ev bulunan şeyse, ben durmuyorum” diyor. Benimki de öyle.

 

 

2018 yılında ilk albümünüz “Ümitvar”ı yayınlıyorsunuz. O güne kadar biriken, biriktirilen tüm deneyim bu albüme yansıdı diyebiliyor musunuz peki, tam olarak içinize sinen bir proje oluyor mu, nasıl ses getiriyor, nasıl dinleyicisine ulaşıyor albüm ve bir ilk çalışma olarak bugün baktığınızda nasıl değerlendiriyorsunuz?

Müzikle yolculuğum inişli çıkışlı ve bazen de saklambaçlı geçti. Ben onu bulduğum sırada onun saklandığı, o bana geldiğinde ise benim oyunu bırakmış olduğum zamanlar oldu. En sonunda amacımın kendi hikayelerimi müzik eşliğinde anlatmak olduğunu anladığımda, o zamana kadar yapıp da kimselere dinletemediğim şarkılarıma baktım. “Bunlar o kadar da kötü değilmiş aslında” deyip devamını getirmeye başladım. Kısa bir sürede o zamana kadar içimde biriktirdiğim her şey şarkı olarak dışarı çıktı. Münih’te yaşayan ABD’li arkadaşım Paul Solecki’nin stüdyosunda çalıp kaydettik. Bir doğum hikayesi olduğu için bende yeri hep özel kalacak. Dinleyicilerden de güzel tepkiler aldım. Hiç tanımadığım insanların çay saatlerine, özel anlarına konuk olmuşum, içlerinde bir yerleri kıpırdatmışım. Benim için bundan daha büyük bir mutluluk olamaz.

 

 

Albümden sonra dikkat çeken bir başka çalışma içine giriyorsunuz ki bir podcast serisi başlatıyorsunuz ve 90’lı yıllar çerçevesinde dönüyor tüm her şey burada. “Yaşlanıyoruz” şarkınızda da zaten o yıllara bir yolculuk yaptığımızı anlamıştım ki MFÖ şarkısı olan “Mazeretim Var Asabiyim Ben”e küçük de bir gönderme vardı.

Evet. Çok eski arkadaşım İlker (Hepkaner) ile içimizdeki sesleri dinleyerek takip ettiğimiz, kendi kendine gelişen organik bir süreç oldu. Büyürken dinlediğimiz, hayatlarımızın önemli bir bölümünün soundtrack’i olan koskoca bir onyıl 90’lar. Ama o tatlı anların ve müziğin ötesinde karanlık yanları da olan derin bir dünya. Anaakımda bahsedilen 90’larda ise bizim parçası olduğumuz ve yaşadığımız hikayelerin bir kısmının hep atlandığını, fazla dillendirilmediğini fark ettik. “O zaman neden kendimiz yapmıyoruz?” diyerek işe koyulduk. Biz zaten program olmadan da 90’lar nerdleri olarak bu konuları hep konuşuyorduk. O yüzden programa hala tutkuyla devam ediyoruz. ‘Yaşlanıyoruz’u ise podcast daha ortada yokken bestelemiştim. İçimdeki 90’lar onda da kendine bir yer açmış olacak ki MFÖ’ye minik bir gönderme var. Sonra pandemi döneminde evde kalan podcast dinleyicilerimiz ile beraber bir klip de çektik bu şarkıya. Tatlı bir anı kaldı hepimize.

 

 

Bu podcast serisi nasıl gitti, nasıl bir dinleyici getirdi size ve buradan da hadi o yıllara bir daha dönelim 90’lar özetinde neler biriktirdi sizde?

Benim tahmin ettiğimden daha hızlı bir şekilde birçok yere ulaştı podcast. O dönemi yaşamış olan ama bizim gibi hikayelerinin görünmezliğinden dert yakınan dinleyiciler de görüyorum, bizim gibi hatırladıkça mutlu olanlar da, 90’lardan sonra doğup dönemi şimdiye kadar sadece şarkılardan duymuş dinleyiciler de. Kendi adıma, derinlere indikçe hafızamın derinlerinde biriktirdiğim şeylere kendim de şaşırdım. Bildiğimi veya hatırladığımı farkında olmadığım birçok anıyı aktive etmiş oldum. Bugünün gözlükleri ile bakınca bambaşka şeyler keşfettim. 90’ların müzikal zenginliğinden etkilenirken, tatlı nostaljinin bir adım ötesine geçip hem iyisine hem kötüsüne objektif gözlerle bakmayı öğrendim.

Ben de o yılların hem çocuğu hem de genci olarak bir kitap hazırlığı içine girmiştim ki işin içinden çıkamayacağımı düşünüp ertelemiştim. Dünya tamamen bir başkaydı ama biz ülkemizi konuşalım ki bizde de büyük bir patlama yaşandı ve tarihteki en renkli müzik süreçlerden birini deneyimledik. Siz nasıl karşıladınız bu hareketliliği, nasıl bir parçası oldunuz o yıllarda?

Umarım bir gün yazarsınız :) Ben de sizin gibi o müzikal patlamanın tam göbeğindeydim. Her gün yeni bir kaset çıkardı. Hepsini almaya paramız yetmezdi. Radyoların ve televizyonların başında sıradaki şarkının ne olacağını bilmeden uçsuz bucaksız bekleyip, büyük star olma hayalleri kurardım. Benim aklımda kalan, biz o dönemin içindeyken bu dönemin zenginliğinin çok farkında değil gibiydik. “Her gün bir yenisi çıkıyor” ve “70’lerde 80’lerde çıkan şarkılar klasik, ama bugün çıkanlar sabun köpüğü” diye şikayetler edildiğini hatırlıyorum.

 

 

İçinde 90’lar geçtiği için hemen daha bir kulak kesildim yeni albümünüze ki Ukraynalı müzisyen Stas Mishchenko ile birlikte geçen yıl bir müzik grubu kurdunuz ve ilk meyvelerini geçtiğimiz günlerde aldınız ve biz de nasiplendik.
Öncelikle nasıl bir araya geldiniz kendisi ile ve o yıllar yeniden nasıl hayat buldu müziğinizde?

Teşekkür ederim. Stas ile 3 sene önce ortak arkadaşlarımız aracılığı ile Münih’te tanıştık. Bir gün evde öğle yemeği sonrasında oturup müzik konuşurken “bak bu da vardı”, “hadi ya, sen onu hatırlıyor musun?” diye diye şarkılar içinde kaybolurken “neden beraber bir şeyler yapmıyoruz” diye konuşmaya başladık. Benim Ümitvar ile akustik müzik yolculuğum başlamıştı, ama onun yanısıra çok uzun zamandır elektronik müzik yapmak için büyük bir isteğim vardı. Güçlerimizi birleştirdik ve yavaş yavaş meyvelerini toplamaya başladık. Yine İlker’le podcast’te olduğu gibi organik gelişti. “Hadi 90’lar müziği yapalım” diye yola çıkmadık, ama üretimlerimiz ve birikimlerimiz bizi oraya götürdü. Yine podcast’te olduğu gibi severek ve özlemle anıyoruz o dönemi, ama kritik bakış açımızı da koruyoruz. Şarkıda da “Seni sevmekten de, senden nefret etmekten de vazgeçemiyorum, nostalji” diyoruz.

Birlikte yaptığınız bu çalışmayı şehir meydanlarında karşılaşan, bir araya gelen insanlara benzetmişsiniz ki bu çok samimi ama sadece müziğimizi yapalım geçelim demekten öte dünyanın bütün meydanlarında dil, din, ırk, cinsiyet, cinsel yönelim fark etmeksiniz, herkesin özgürce dans edebilmesini amaçlamışsınız ve bazı hikayelerden ilham aldığınızı söylemişsiniz; tam olarak nedir o hikayeler?

Topluma ve baskılara rağmen kendini gerçekleştirebilen, doğru bildiklerinin arkasında durup zamana meydan okuyan insanların, kendisi olabilmek için lükslerinden ve hatta standartlarından fedakarlık yapan insanların hikayeleri diyebiliriz.

 

 

Ineffable, Voodoo, Nostalgia ve Humming isimli dört yeni şarkı var tamam ama ilk dikkatimizi çeken kuşkusuz ki “Barbie Girl”. Aqua’nın o unutulmaz şarkısı belki bugüne kadar birçok kere yeniden yorumlandı, remikslendi ama sizde bambaşka bir hal almış, kuşkusuz ki nereden aklınıza geldi ve nasıl tepkiler aldı dinleyicinizde sormadan geçemeyeceğim?

‘Barbie Girl’ fikri en başından beri kafamızda vardı. 90’lardan eğlencelik, birçok kişinin bildiği ama fazla ciddiye almadığı bir şarkı. Biz sözlerini dikkatli dinleyince, bastırılan ve hatta belki ezilen bir kadının hikayesini duyduk. “Bu şarkıyı, kendi duyduğumuz hikaye ile nasıl anlatabiliriz?” ve “aynı şarkı bir erkeğin ağzından çıkartarak nasıl bir anlam yaratabiliriz?” diye düşünerek bu versiyonu oluşturduk. Şimdiye kadar çok güzel tepkiler aldık. Bir çok kişi bana “albümün ters köşesi olmuş” yorumunu yaptı.

 

Bu arada  Stas Mishchenko’yu da tanımak istersek kısaca, o kendisini nasıl anlatır bizlere, müzikal yolculuğunu nasıl tanımlar. Müziğimiz, müziğiniz ve hakkınızda ne gibi fikirleri var;  nasıl memnun sonuçtan?

Stas çok yönlü bir sanatçı. Müzisyenliğinin yanısıra görsel sanatlar yönü de var. Eskiden Ukrayna’da bir heavy metal grubunda da klavye çalıyormuş. Bizden bildiği bazı şarkılar vardı, tabii bu süreçte çok fazla fikir alışverişi yaptığımız için benim sayemde de yeni şarkılarla tanışmış oldu. 90’larda Tarkan – Kır Zincirleri ve Sezen Aksu – Hadi Bakalım Ukrayna ve Rusya’da çok meşhurmuş. O yüzden bu ikisini çok seviyor.

 

Peki bu ikili ile önümüzdeki günlerde başka nerelerde karşılaşacağız. İçinde bulunduğumuz süreç belki biraz engel olacak ama kuşkusuz ki bir rota oluşturuldu, bir takım adımlar belirlendi? Neler planlıyorsunuz peki

Bu yaz Münih’te büyük bir etkinlikte sahne almak için kabul almıştık. O ne yazık ki iptal oldu. Başka konser planları da vardı. Şimdilik pandemi sebebi ile hepsi iptal. Ama eminim zaman bize yeni fırsatlar getirecek. Bu aralar müziğimiz canlı ve online olarak insanlara ulaştırabilmenin teknik detayları üzerine kafa patlatıyoruz :)

 

 

Ben söyleşimizin sonunda kısa kısa ve bir çırpıda yanıt almayı beklediğim sorular ile veda ediyorum konuğuma ki sizinle de öyle yapacağım; 90’lar yeniden ağır basabilir ama burada :)
İlk aldığınız albümü hatırlıyor musunuz?

Kaset olarak Sezen Aksu Söylüyor, CD olarak Sezen Aksu Düş Bahçeleri. İlk aldığım yabancı CD ise Spice Girls – Spice.

 

Size göre 90’ların en iyi albümü peki hangisiydi? Türkiye’den de olabilir, dünyadan da ya da her iki seçenekten de :)

Nasıl cevap verirsem vereyim haksızlık yapacağım, o yüzden pas hakkımı kullanıyorum :)

 

Barbie Girl değil de bir Türkçe 90’lar coverı olsaydı ki Youtube sayfanızda bazılarını dinledik hangi şarkıyı cover yapmak isterdiniz?

Arada aklıma geldikçe YouTube’a atıyorum dediğiniz gibi. Yonca Evcimik ve Yaşasın Kötülük’ü Barbie Girl’de yaptığımız gibi içindeki farklı anlam katmanlarını ortaya çıkarak yeniden söylemek isterdim. Belki yaparım bir gün :)

 

Peki müziğinize kimler ilham verdi en çok, şekillenmesinde katkıları oldu dediğiniz isimler ya da gruplar var mı özellikle?

Uzun bir liste olacak bu :) Björk, Alanis Morissette, Sezen Aksu, Özlem Tekin, Madonna, Sertab Erener, Yeni Türkü, Leonard Cohen, Barış Manço, Ella Fitzgerald, Frank Sinatra, Trentemøller, Röyksopp, Moloko, Norah Jones, Dota Kehr, Fairuz, Whitney Houston, Göksel, Teoman, Chopin, Bach, Mozart.

Ya bir gün bir projede yer almak istediğiniz bir müzisyen?

Üstte saydığım isimlerin hepsi olur aslında.

 

Peki ya bugün? Bugünlerde kimleri dinlemekten keyif alıyorsunuz?

İlk aklıma gelenler: Tania Saleh, Mashrou’ Leila, Lena Chamamyan, Maii and Zeid, Noh Salleh, Dorsaf Hamdani, Beißpony, Youssra El Hawary, Nihan Devecioğlu, Santi & Tuğçe.

 

Birçok süreçten geçtik; plak, kaset, CD ve şimdi de dijital müzik, siz en çok hangisinde mutlu oldunuz, ya da hala mutlusunuz?

Dünyanın herhangi bir yerinden hızlı ve zahmetsiz bir şekilde müzik keşfedilme lüksünü düşündüğüm zamanlar dijital; kartonet, albüm konsepti, uzun ve algoritmalar düşünülmeden yapılmış şarkılar gibi konuları düşündüğüm zamanlar plak ya da CD diyorum.

 

Müziğin haricinde hayatınızın renkleri nelerdir, nelerle mutlusunuzdur?

Yemek yapmak, spor ve yazı hayatımın vazgeçilmezleri. Psikolojiye büyük bir ilgim var, çok okumaya çalışıyorum. Bir de dönem dönem değişse de origami, boyama gibi minik minik hobilerim oluyor.

 

Şu an Münih’tesiniz, birçok yerde bulundunuz; en çok neresi sizi etkiledi ve neden?

Yeşilliği ile, sakin kaçamak alanları ile Münih’i çok seviyorum. İstanbul, ilk evim olduğu için her zaman özel kalacak. Ne zaman gitsem kendimi çok rahat ve özgür hissettiğim bir şehir ise Barselona.

 

Türkiye’deki dinleyicilerinizle aranız nasıl, buradan neler söylemek istersiniz?

Bence aramız çok iyi. Pandemi sonrasında Türkiye’de de artık konserler yapmaya başlamak istiyorum. Şimdilik sosyal medyadan gönül bağları kurmaya devam edebiliriz.

 

Son olarak bize bir şarkı armağan edin ve söyleşimizi onunla tamamlayalım?

Şu an bu soruyu cevaplarken fonumda çalan müziği hediye etmek isterim herkese.

Malezya’lı müzisyen Noh Salleh ve şarkısı Angin Kengang – piyano versiyonu.

 

 

 

Facebook

Twitter

İnstagram

Squareplatz olarak 90’lara farklı bir selam yolladığınız albümünüz “Nostalgia” üzerine konuşacağız ama öncelikle sizi yakından tanıyalım istiyorum Sezgin Bey; En son mart ayında yayınladığınız “Yaşlanıyoruz” isimli single şarkınız ile duyduk adınızı ama bir süredir müziğin içindesiniz Marmara Üniversitesi Müzik Eğitimi mezunusunuz. Müzikle nasıl tanıştınız, nasıl bir eğitim süreci yaşadınız; nasıl zamanlardı sizin için ve tam olarak neler bekliyordunuz o yıllardan? Müzik kendimi bildim bileli hep vardı. Formal müzik eğitimime Müjdat Gezen Sanat Merkezi’nde solfej ve klasik gitar eğitimi alarak başlamıştım. Ama üniversitede nedense önce başka bir bölüm okudum. O bölümden de çok keyif aldım, ama müzik aşkı peşimi bırakmadı. İlk…

Genel Bakış

Kullanıcı Oylaması: 4.9 ( 1 oy)

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*