EDİTÖRDEN
Anasayfa / SÖYLEŞİLER / Serhat Ertuna

Serhat Ertuna

İlk albümünüz “Lamekan” öncelikle Avrupa’lı dinleyicilerinizle buluştu. Diyarbakir Sehir Tiyatrosu ve MKM bünyesinde yürüttüğünüz tiyatro çalışmalarından, müzikallerden tanıyorlardı sizi, peki albüm fikri nasıl oluştu; müzik hayatınızda neredeydi ve bu albümle nasıl devam etti?

Çocukluğumdan beri müzik önemli bir yer ediniyordu hayatımda ve müzikle iç içeydim. Öncelikle babamın müzisyen kişiliği önemli bir etki bıraktı bende; müziğe olan sevgim babamdan da kaynaklanıyordu diyebilirim.

Özellikle çocukluk yıllarımda hedefimde sadece müziğe yoğunlaşmak, profesyonelleşmek vardı, 1994 yılında İstanbul’da belli müzisyenlerden eğitim aldım, hatta kısa süre bir grupta da yer aldım lakin yeteri düzeyde değildi aldığım eğitim. Derken 1999 yılında Nusaybin belediye başkanının önerisi ve desteğiyle Diyarbakır Şehir Tiyatrosu’nda oyuncu olarak başladım. Şehir Tiyatrosu’ndaki 7 yıllık deneyim aslında müzikal anlamda da beni geliştirdi en azından ses açısından. Bir oyuncunun her zaman sesini iyi kullanabilmesi ve ayni zamanda iyi şarkı okuması gerekliliğini hepimiz biliriz.

2006 yılında tekrar İstanbul’a dönüp Mkm Teatra Jiyana Nu grubunda tiyatral çalışmalarıma başlarken aslında kurumun sanat disiplininin iç içe, bir arada olmasının yaratmış olduğu etkiyle müziğe de ayrıca zaman ayırmam gerektiğini düşünüp önemli hocalardan şan dersleri aldım. Bunun yanında dans ve tiyatronun bir arada sentezlendiği ve Baba Tahirè Uryanin beyitlerinden oluşan Diwan-a Dubeyti projesinde solist ve yürütücülerinden biri olmam da müziğe pratik bir başlangıç yapma olanağı yarattı.

Albüm fikri ise; 2012 yılında Almanya’da hatırı sayılır müzisyen bir arkadaşımın evinde birkaç müzisyen sohbet ederken benim albüm yapmam gerektiği ve önerisi üzerine gelişti, bu süreçten önce pek tasarladığım bir şey değildi albüm fikri.

Serhat Ertuna
“Lamekan” yani yersiz, yurtsuz, mekansız bu albüm ve bir özlem kadar bir yabancılaşma vurgular var. Kürtçenin Soranî, Kirmanckî ve Kurmancî lehçelerinden oluşan parçalar dinliyoruz. Peki albümün repertuarı nasıl oluşuyor. Jan Arslan, aranjörünüz Ayhan Evci, Roşna gibi müzisyenleri tanıyoruz önceki çalışmalarından ama ya diğerleri, diğer çalışmalar kimlerin izleri?

Albümün içeriği genel olarak özlem, vatana duyulan hasret, uzaklık ve yabancılaşmayı içeriyor. Bu repertuarın oluşumunda öncelikle kendi duygu dünyamın akışına bıraktım kendimi. Şarkılar kendi topraklarımdan uzakta yaşıyor olmanın bir dışa vurumu aslında ve “Lamekan” ismi bu nedenle seçildi.

“Lamekan” ismi Kürtçe de dahil olmak üzere Ortadoğu’da bir çok dilde aynı anlamı taşıyor; yersiz, yurtsuz, mekansız. Vatanı, gidecek yeri olmayan. Özelde beni; kendi topraklarımdan uzakta olmam nedeniyle, genelde ise Kürt tolumunu vurguluyor, 4 parçada vatansız olmaları, yersiz yurtsuz, sürgün olmaları. Bu nedenle Kürtçe’nin üç lehçesinde bu sorunu vurgulamak istedim ve albümü bu tema üzerine kurguladım.

Albümde saydığınız isimler dışında da çok değerli isimler var, bunlardan biri Sorani Kürtlerinden “Sar Kiz Nakam” ile Hogir Fatih Rasul, yine Sorani müzisyenlerden Hossein Rahbar “Dil” şarkısı ile katkıda bulundu, “Ax Lè Dilèy” şarkısının bestekarı Karwan Osman.

Özellikle bu isimlere yer vermemin nedeni şarkıların dilinin edebi bir derinliğe sahip ve alt metnin güçlü olması, müziğin ise aynı şekilde bir bütünlük içinde güçlü bir uyuma ve melodik zenginliğe sahip olmaları seçim yapmamda etkin rol oynadı.

Albümde yer alan iki şarkının sözleri ise Kürt şiirinin önemli ismi Baba Tahir Uryan’a ait ve dizelere hayat veren imza sizsiniz. Bir şiirin bestelenmesi bir söze göre daha zor, daha bir sanki önem içeriyor, nasıl bir ruh halinde dile, notalara geldi, siz nasıl bir hassasiyetle yaklaştınız?

Aslında bu çok da kolay olmadı. “Lamekan” şiirini Kürt edebiyatının en önemli şair ve filozoflarından, edebiyatın bin yıllık çınarı denebilecek Baba Tahirè Uryanin beyitlerinden oluşan Diwan-a Dubeyti projesi için bestelemiştim. Bu proje MKM sanat birimlerinin ortaklaşa 7 aylık süren bir araştırma ve yoğunlaşmanın sonucunda ete kemiğe büründü.

Bu çalışma sürecinde 13 şarkı oluşu – tabi projeye dahil etmediğimiz şarkıları saymazsak -, Baba Tahir’in şiirlerinin güçlü içeriği ve edebi bütünlüğü bizi zorladı kuşkusuz. Tam olarak bin sene önce yazılmış bir beyiti günümüz normlarına uydurmak kolay olabilir lakin tema ile duygu uyumunu eksiksiz harmanlamaktır önemli ve zor olan. Bu nedenle Baba Tahir’in beyitlerine büyük bir hassasiyetle yaklaştık. Bir laboratuvar ortamında çalışır gibi ince eleyip sık dokuyarak çalıştık. “Lamekan” da o sürecin bir ürünü

“Herame” şarkısı ise aranjörüm Ayhan Evci`nin albüm çalışmaları aşamasında ayni hassasiyetle bestelediği beyiti.

Serhat Ertuna
Piyano’dan viyola’ya hatta buzuki’ye kadar uzanan bir yelpazede albümün müzisyen kadrosunu da yabancı müzisyenler oluşturuyor. Nasıl bir buluşma oluyor kendileri ile, nasıl bir uyum, birliktelik sağlanıyor, bu şarkılar nasıl kaydediliyor?

Projenin oluşum aşamasında aranjörümle sık sık albümün müzikal temasına yönelik uzun sohbetler yaptık. Kürt müziğinde yan yana görmeye pek alışık olmadığımız enstrümanlar kullanarak deneyler yaptık, sözün ve müziğin duygusunu en iyi açığa çıkaran enstrümanları tercih ettik. Aslında bu süreç bize yeniden sanatın ne kadar evrensel ve kültürel farklılıkların yanı sıra bu farklılıkların ne kadar birbiriyle uyum sağlayabileceğini, yakışacağını bir kez daha gösterdi.

Bu çalışmanın tüm kayıt ve aranje kısmı Hamburg’ta gerçekleşti, aranjörümün çok ciddi önemli bir müzisyen çevresi var ve daha çok bu sanatçılarla ortaklaştık. Albümün rengi, içeriği belli olduğunda hangi enstrümanı kullanacağımıza yönelik ortak fikirler yürüttük ve hangi müzisyenin çalacağı yönünde ise kendisinin önerilerini esas aldık, enstrümanın yanında tabii ki çalma stili de önemli neticede. Şarkının hangi tınıya veya duyguya ihtiyaç duyduğunu anladığınızda ve istenilen duyguyu hangi sanatçının verebileceğine karar verdiğinizde direkt kafanızda isim de beliriyor. Kayıt aşamasında belli bir temanın üstüne ama aynı zamanda kendilerini de kısıtlamadan duygularının akışında improvizelere yer verdik. Bu nedenle müzisyen tercihlerimiz yabancı olmalarından ziyade şarkılardaki aranılan duyguydu.

Serhat Ertuna
Siz İsviçre’de yaşıyorsunuz, albüm de kuşkusuz önümüzdeki günlerde ülkemizde de yayınlanacak. Ama gerek orada gerek ülkemizde albümün ulaştığı dinleyicilerinizden nasıl tepkiler geldi, nasıl karşıladılar? Yine sonrası adına nasıl adımlar atıldı / atılacak, bir klip ya da konser hazırlığı var mı mesela?

Aslında bu tür soruları yanıtlamaktan hep çekinmişimdir, çünkü hiç bir sanat ürünü tüm kesimlere hitap etmez, mutlaka beğenen ve beğenmeyenler olur. Herkesin duygu dünyası, ruh hali farklı neticede. O nedenle çok iddialı konuşmayı sevmem, öncelikle sanatsal üretimimden kendim haz almam gerekiyor, kendi duygu dünyamdan yola çıktım ve paralel duygulara sahip olduğunu düşündüğüm kesimlerin de olduğuna inanıyorum, bu benim için yeterli, hedefim milyonlar değil mütevazı bir dinleyici kesim oluşturmak, sizi gerçekten dinleyen bir kesim ve şarkılarımı bu kesimin kulaklarına hediye etmek, fısıldamak beni daha çok gururlandırır. Tüketilen günübirlik şarkılar değil, dinlendikçe sevilen, hatırladıkça dinlenilen şarkılar.

Birebir görüştüğüm ve internet aracılığı ile özelden aldığım mesajlarda çok güzel olumlu eleştiriler aldığımı söyleyebilirim. Albümün Türkiye’de çıkmasına yönelik ısrarlı e-mailler de alıyorum. Şimdiye kadar hep pozitif eleştiriler geldi ama dileğim o ki müzisyenler, eleştirmenler de objektif bir şekilde değerlendirsinler, eleştirsinler. Bunun bana güç katacağına inanıyorum çünkü.
Albümde iki şarkının klip çekimleri bitti, montaj aşamasındalar, sonbaharda da üçüncü klibi çekeceğim. Kliplerimi kendim çekiyorum.

Yine geçen süre içinde bir sinema filminde de rol aldığınızı öğreniyoruz. Peki tiyatro ve sinema adına da aynı sormamız gerekirse sanatın o cephesinde önümüzdeki günler adına projeler var mı? İçinizdeki oyuncu müzisyeni, müzisyen oyuncuyu birbiri ile nasıl destekliyor, tamamlıyor, bütünlüyor?

Evet, daha önce uzun ve kısa filmlerde oyunculuk deneyimlerim oldu tabi, son dönemde de çok ciddi birkaç film teklifi geldi ama bu projelerin bir kısmı Türkiye’de bir kısmı ise Güney Kürdistan’da çekileceği için şu aşamada hem olanak olmadı hem de albümün çalışma sürecine denk geldiği için maalesef kendimi programlayamadım. Ama müzikle ilgili yeni gelişmeler var tabi, yakın bir tarihte birçok önemli müzisyenin yer aldığı ve benimde bir şarkı seslendirdiğim “Denge Anatolya ya Navin” adında Orta Anadolu’nun otantik şarkılarından oluşan karma yeni bir albüm yolda.

Oyuncu – müzisyen konusu ise, aslında birbirinden beslenen iki önemli sanat dalı Bu iki alanı birbirinden ayrı tuttuğumuzda eksik bir yaratım ortaya çıkar. Bir oyuncu sesini iyi kullanabilmeli, iyi şarki okuyabilmeli, okuduğu şarkıları bir müzisyen ruhuyla aktarabilmeli, müzik kulağının iyi, ritim duygusunun güçlü olması gerekiyor aynı şekilde, bir müzisyen şarkılarının dramaturgisini iyi yapabilmeli, bir tiyatrocu hassasiyetiyle yaklaşmalı, analiz etmeli. Tonlama ve duyguyu iyi aktarmalı. Sahnedeki performansıyla iyi temsil etmeli. Bu artılar üretimlerinizi daha çok destekleyip tamamlıyor.

Serhat Ertuna
Türkiye’de son yıllarda müzik adına birçok şey değişti / değişmeye devam ediyor, özellikle etnik, alternatif müzikte çok değerli müzisyenlerle karşılaşıyoruz ve bu bizi çok heyecanlandırıyor. Siz oradan ne kadarını takip edebiliyorsunuz, nasıl gözlemliyorsunuz, eksisi ile artısı ile nabzı değerlendirmeniz ya da yurt dışı ile bir kıyas yapmanız mümkün mü?

Aslında Türkiye’yi orada yaşayan biri kadar takip etme fırsatımız olamıyor maalesef. İçinde bulunduğunuz coğrafyanın yaşama biçimi, ritmi ister istemez buradaki gelişmelere yönlendiriyor, algılarınızı buraya yoğunlaştırıyor daha çok. Ama yine de yetişebildiklerimizi takip etmeye çalışıyoruz.

Türkiye’yi özetlersek; ciddi bir ilerleme -ezber bozan- çalışmalar görüyoruz ama cesaretle yoğurulmuş oluşumlara da pek az rastlıyoruz, maalesef, daha çok kaygıyla yapılıyor sanat. Buna rağmen çok önemli, değerli yaratımlar var ve sevindirici, bu gelişimi sanatçı hassasiyetiyle buluştururlarsa ve sanatçı kendi dışındakinin farkında olarak üretebilirse daha da sağlamlaşacaktır. Bunun yanında sanatsal içeriği, yüzeysel, alt metni olmayan, günü birlik sözlerin edebi bir bütünlük taşımayan ve ilk akla gelen sözlerle oluşmuş çalışmalar da var ve işin kötüsü popüler olan topluma sunulan tam da bu ikinci şık. Bunun politik bir arguman olduğuna da inanmıyor değilim. Düşünceden yoksun, sade yüzeysel yaşayan, tüketime yönelik, yoğunlaşmadan, düşünceden uzak bir nesil yaratmak amaçlı yürütülen bir politika. Durum böyle olunca doğal olarak yeni bir müzik algısı empoze ediliyor topluma ve bu nedenle yeni neslin ciddi bir kesiminin müzik kulağı değişti, insanlar, özellikle de gençler artık bu müziği seviyor! Bu kaosun içinde etnik, alternatif vs. sanatsal üretimler kendini var etme mücadelesinin yanında alan bulmaya çalışıyor. Avrupa’da ise her şey engelsiz kendi rayında ilerliyor. Sanat sistemler için ideolojik bir arguman değil, burada da eleştirilecek çok fazla yan olmasına rağmen sanatın sansürsüz ve bu özgür düşünce içerisinde muazzam örnekler yaratarak ilerlediğini de görüyoruz. Buradaki sanatçılar hem özgüven hem de cesaretle üretiyorlar, bu durum sanatlarında gözle görülür ciddi farklar yaratıyor!

Serhat Ertuna
Sizin müzisyenleriniz kimler? Siz dünden bugüne hangi müzisyenleri yakın takiptesiniz? Bir gün için birlikte sahnede ya da bir projede olmak istediğiniz, bir şarkıda buluşmayı dilediğiniz biri var mı bu anlamda?

Öncelikle babamdan etkilendiğimi söyleyebilirim, dededen gelen dengbejlik ve erbane geleneği babama da geçtiğinden çocuk yaşlarımdan beri onun sesi ve şarkıları ile büyüdüm diyebilirim, tam olarak bir dengbej gibi yaşamasa da aile içinde bize o güzel sesiyle şarkılar söyler erbane çalardı. Bunun dışında çok isim var takip ettiğim, örnek aldığım ama isimlerini yazarsak liste uzayıp gider. Hem Türkiye’de hem de yurt dışında etkilendiğim çok isim var, neredeyse tümüyle performans yapmak bir hayal benim için, birde botan dengbejleri var doğal ve gerçek sanatçılar. Ama iki isim var ki söylemeden geçemeyeceğim. Biri Sahram Nazeri, diğeri ise Montserrat Caballè. Sahram`in “Sheyda Shodam” adli eseri ile beraber sahne almayı hayal ettiğim şarkıcıdır, bir de Kürçe’de hayal ettiğim Cballè’nin de seslendirdigi “Hijo De La Luna” parçası benim için tartışmasız birinci sırada yerini alır, yıllar boyu hep dinlerim, parça eski bir İspanyol balladıdır ve “ayın oğlu” anlamına gelir. Şarkı Caballè’nin sesi ile birleşince sözleri anlamadan da gözünüzden yaş gelmesine sebep olabilecek kadar etkilidir.

Kısaca konusu şöyledir;

Bir efsaneye göre çingene bir kadın çingene bir adamla evlenmek için ay’a yalvarıyor. Ay da doğacak ilk çocuğu karşılığında kabul ediyor. Çocuk doğuyor, ayın çocuğu olduğu için bembeyaz tenli ve gri gözlere sahip. “Nino albino de luna” ay’ın albino çocuğu!… Çingene çocuğu gibi tarçın derili ve zeytin gözlü değil. Bunu gören adam çocuğun ona ait olmadığını düşünüyor. Karısını bir bıçakla öldürüp çocuğu ormana bırakıyor. Çocuğun keyfi yerinde olduğunda dolunay oluyor, çocuk her ağladığında ise ay hilal seklini alıyor, çocuk için beşik olup onu sallamak için…

Ve son olarak şu ana kadar konuştuğumuz her şeyin dışında hayatınızda neler var başka onları öğrenelim istiyorum. Mesela yakından ilgili olduğunuz başka dalları var mı sanatın ya da ötesinde hayatınızın diğer renkleri, sizin vazgeçemediğiniz lezzetleri, güzellikleri nelerdir?

Ben sanatın tüm alanlarını seviyorum ve zaman buldukça sanatla zaman geçirir, takip ederim. Ayrıca araştırmayı da severim özellikle oyunculuk ve müzikle ilgili araştırmalar yaparım. Bir de son dönemde fotoğrafçılıkla ilgileniyorum. Ayrıca keşfetmeyi ve gezmeyi de sevdiğim için bu alanla kendimi tamamladığımı da düşünüyorum.

Serhat Ertuna

Serhat Ertuna
Lamekan

 

 

 

İlk albümünüz “Lamekan” öncelikle Avrupa’lı dinleyicilerinizle buluştu. Diyarbakir Sehir Tiyatrosu ve MKM bünyesinde yürüttüğünüz tiyatro çalışmalarından, müzikallerden tanıyorlardı sizi, peki albüm fikri nasıl oluştu; müzik hayatınızda neredeydi ve bu albümle nasıl devam etti? Çocukluğumdan beri müzik önemli bir yer ediniyordu hayatımda ve müzikle iç içeydim. Öncelikle babamın müzisyen kişiliği önemli bir etki bıraktı bende; müziğe olan sevgim babamdan da kaynaklanıyordu diyebilirim. Özellikle çocukluk yıllarımda hedefimde sadece müziğe yoğunlaşmak, profesyonelleşmek vardı, 1994 yılında İstanbul’da belli müzisyenlerden eğitim aldım, hatta kısa süre bir grupta da yer aldım lakin yeteri düzeyde değildi aldığım eğitim. Derken 1999 yılında Nusaybin belediye başkanının önerisi ve desteğiyle…

Genel Bakış

Kullanıcı Oylaması: 4.14 ( 17 oy)

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*